Paylaş
Yapımda yok benim.
Benim için herkes ülkemin insanı. Zaten bence hepimiz de dünya vatandaşlarıyız.
Dünya tek. Her birimiz de tekiz. Hiçbir parmağımızın izi aynı değil, eşi yok. Benzersiz.
Her ülke de öyle, toprağının rengi, dokusu, kokusu... Her biri kendine özel ve yüce.
Bizler, bu güzel ülkenin vatandaşlarıyız. Ben bu toprakları seviyorum.
Çok seviyorum ülkemin insanlarını. Bazen kızıyorum evet, sarsıp kendine getirmek istediğim de çok oluyor evet. Ama ne kadar kızarsam kızayım, kıyamıyorum, sevmekten, inanmaktan, savunmaktan ve korumaktan vazgeçemiyorum.
Beni ne zaman çaresizlik girdabına ve tuzağına çekecek olsa bir olay, hemen tam da o anda nelere rağmen neler yapabilen birilerine gözlerimi çeviriyorum.
Diyorum Yonca düşme bu umutsuzluk tuzağına. Umutsuzluk tembelin işi. Umutsa, inandın mı uğrunda çare bulmak için insanı çalıştıran bir şey.
Çalış kızım. İşleyen demir pas tutmaz.
Ülkem benim anavatanım, ben de vatanımın anasıyım gibi hissediyorum. Bazen o benim çocuğum, bazen de ben onun çocuğuyum. Mazur görüyoruz arada birbirimizi, hatalarımızı.
Hatasız kul mu var hem?
Çok seviyorum ülkemin kendine has her halini.
Bin bir çeşit farklılığı bir arada barındırabilmesini, çeşitliliğini, renkliliğini çok seviyorum. Hayata bağlılığını, gürültüsünü, kaosunu, tarihini; hatta şımarık mızmızlığını...
Yenilgilerden zaferlere koşabilme yeteneğini...
Büyük hüzünlerden en büyük mutluluklara çıkabilme becerisini ya da en büyük mutluluklardan en büyük trajedileri çıkarabilme basiretsizliğini.
Ağlanacak halimize gülerken, gülünecek halimize ağlayabilen ruh halimizi...
Olmaz bu kadar dedirtip gözümden yaşlar getiren mizahını seviyorum.
Gençlerini, çocuklarını, gönüllülerini, toprak emektarlarını, sporcularını, sanatçılarını ÇOK seviyorum.
Seviyorum işte ülkemi!
Göle maya çalar gibi içimize sürekli güzellikler çalmak istiyorum. Bıkmadan, usanmadan, umutsuzluğa kapılmadan da buna çabalıyorum. Çünkü ilkelerimiz bunu öğretti bana. Ben bunları anladım yani ilkelerimizden.
Beni, seni, onu, öbürünü hep bu güzel ülke yetiştirdi.
Sizi bilmem ama, o taşları delip fışkıran sarmaşıklarımız inanmayı, güvenmeyi içime işledi.
Çok üzülüyorum bu kadar kavgacı olmamıza. Bu kadar çabuk birbirimize cephe alıp kamplaşmamıza kahroluyorum. Bir trafik lambası süresinde birbirimize girebilecek kadar kırmızı gören boğa olabildiğimiz o sahnede, sahneyi dondurmak; halay başı olarak başlatıp herkesin neye bu kadar dellendiğini bile hatırlamadığı, düğünde halay sahnesine çevirmek istiyorum.
En çok üzüldüğüm de, kendi ülkemizi, hiçbir başka ülke vatandaşında görmediğim şekilde ve şiddette yerden yere vurabilmemiz.
O anda, içimi sızlatan cümle şu: “Bir çocuk olsa, bunca kötülenmeye dayanamazdı. ANADOLU dayanıyor işte!”
Barış istiyorum ben bu topraklarda.
Barış.
Sen, ben, öbürü, beriki, öteki kavramlarını istemiyorum. Birey olabilmeyi, bireyken biz olabilmeyi, ortak müşterek evrensel değerlerde anlaşabilmeyi istiyorum.
Türkiye deyince akla laik, özgür, çağdaş, adil kelimeleri gelsin istiyorum.
Birlikte, şu güzelim toprakların, bu cömert ve anlayışlı ülkenin tadını çıkaralım istiyorum.
Hep birlikte ileriye gidelim istiyorum.
Adalet istiyorum.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı benim için önemlidir.
Çocuklarım ülkemizin tarihine dair, Atatürk’e dair, ne sorarlarsa büyük zevkle, aşkla anlatıyorum. Eleştirmelerine de varım ve hep hazırım. Yeter ki yapıcı olalım diyorum.
Atatürk ilkeleri beni bugüne getirmiş, bana bugünkü haklarımı vermiş.
Çağdaş, medeni, özgür bir Türk kadını olarak;
Kendime, gençlere, çocuklara inanarak, güvenerek Cumhuriyet’i yaşatacak ve yükselteceklerden biri olduğumu biliyorum.
Bugün buradaysam eğer, olduğum gibi...
Cumhuriyet ve onu kuran Atatürk sayesindedir. Teşekkür ederim.
Yonca “birey”
Paylaş