"Gördüm ki, yüce Tanrı, devlet güneşini burçlarından doğdurmuş; onlara Türk adını kendisi takmış. Cihan halkının dizginlerini hep onların ellerine bırakmış. Her kim onların diline sığınırsa, onu kendinden sayıyorlar, her türlü korkudan kurtarıyorlar..."
Kaşgarlı Mahmut
Divan-ı Lügati’t Türk
*
900 sene önce yazmış.
Meali...
Ne mutlu Türk’üm diyene.
*
Ordumuz, 2 bin 216’ncı kuruluş yıldönümünü kutladı, geçenlerde...
Cumhurbaşkanlığı forsundaki ilk yıldızın parladığı gün, milattan önce 220.
*
E bakıyoruz bugüne...
Beyaz Saray ne der, Brüksel kızar mı, Kremlin üzülür mü, bataklığa mı saplanırız, dizimize taş mı değer, falan.
Bir endişe.
Bir ürperti.
Zannedersin, acemidir, tarihinde ilk kez silaha sarılıyor sanki bu millet.
Aç ansiklopediyi!
Vuruşmadığımız tek sayfa bile yok...
Tek sayfa bile.
Bu tırsaklık niye?
*
Deniyor ki, "aman aklıselim..."
Yavuz Selim’i biliyorum ama, aklıselim diye birini tanımıyorum ben ecdadımızdan.
Var mı tanıyan?
Deniyor ki, "yurtta sulh..."
Evet, öyle demiş, adam gibi adam.
Ama okumasını bilirsen.
Çünkü "yurdumda sulh yoksa, cihana da sulhu haram ederim" demek istediğini neden anlamak istemiyorsun?
Kendi giremiyor, hálá, "ABD’nin Irak’ta ne işi var?" diyor.
Bizim Viyana’da, Kahire’de ne işimiz vardıysa, onun da Bağdat’ta o işi var.
Dünya bu.
Bileğin kadar varsın.
Yüreğin kadar.
Yoksa, yoksun.
*
Okuyoruz yazılanları...
Askere gitmek istemeyen çıtkırıldımlar gibi mazeret üstüne mazeret üretiyorlar.
Seçim geçsin.
Şu referandumu yapalım.
Washington’a soralım.
Londra’ya danışalım.
Heyet gönderelim.
Toplanalım.
Bi daha toplanalım.
Kaygım o ki, biraz daha üstlerine gidilirse "vicdani retçi" olacak bunlar!