Çetelerin bollaştığını, tribün terörünün arttığını belirten Ağar, bunları 1 ayda bitireceğini söyledi, ‘Güvenlik kuvvetleri dışında kimse silah taşımamalı’ dedi. İşte o röportaj:
1 AYDA BİTİRİRİM
Nedir bu çete bolluğu böyle, nereden çıktı, ya tribün terörü? Bunların hepsi bir ayda bitirilir, yeter ki irade ve yetenek olsun. Burada çalışan arkadaşların birçoğunu tanıyorum, bunlar her türlü zorluğun altından çıkacak kabiliyettedirler. Hükümet bunların eksikliklerini tamamlamaktan neden çekiniyor? Geçen gün İstanbul’da sokakta geziyorum, bir kadın elime sarıldı, ‘Sokağa çıkamıyoruz, bizi kurtar’ dedi. Erbabı namusu kim rahatsız ediyorsa, onu ben rahatsız ederim, benim bakış açım budur. Sokaklar eli cebinde gezilecek, evler de en iyi rüyaların görüleceği yerler olmalı. Ben silahsız bir Türkiye arzuluyorum, güvenlik kuvvetleri dışında hiç kimsede silah olmamalı. Hükümet olduğumuzda ilk yapacağımız iş, adalet ve güvenlik reformudur. Adaletin hákim olmadığı ülkede, milletin devlete güveni kalmaz, biat duyguları zayıflar. Güvenlik de bunun ikiz kardeşidir, birbirlerini tamamlarlar. Toplum bir cinnet geçiriyor, bunun bir de güvenlik nedeni olmalı. Önüne gelene silah veriliyor, bu ne bolluk böyle? Kaldırın ruhsatların hepsini, silah taşımak bir süre için yasak edilsin. Silah taşınmasının nedeni, herkesin kendi güvenliğini kendisi sağlama hevesinden.
SUSURLUK, ÜZERİMDEN DEVLETLE HESAPLAŞMADIR
Susurluk denilen hadise, devletin galibiyetinin benim üzerimden öcünün alınmaya çalışılmasıdır. Birilerinin amacı; BASK, IRA gibi bir modelle devleti pazarlık masasına oturtmaktı; ama buna izin vermedik. Bütün hesaplarını bozunca, benim üzerimden devletle bir hesaplaşma içine girdiler. Devletin galibiyetinden rahatsız olanlar, bizim yaptığımız meşru mücadeleyi gayrimeşru olarak göstermeye çalıştılar. Bireysel bazı hatalar abartılarak takdim edildi, mesele dejenere edildi. Bilerek yaptığım hiçbir hata yok, aldığım riskler var. Zaten hukuk meseleyi yerli yerine oturttu, millet de beni haksız ithamların içinden çekip çıkardı. Kendi partimin yönetimi bile beni siyasi yalnızlaşmaya bırakmıştı. Evlat acısı çekerken, üzerime yöneltilen haksız saldırılar benim bu mücadele azmimi biledi. Haksızlıklar ve hücumlar lince dönüşmeseydi, siyaseti bırakacaktım.
YAĞMALAMADIM ÇALMADIM, SOYMADIM
Özellikle İstanbul’dakilere söylemem lazım, bunlar burada evlerinde rahat etsinler, huzur içinde olsunlar diye ben orada binlerce arkadaşımla birlikte büyük riskler aldım. Ondan sonra bir Susurluk masalının arkasına saklanılmasını hálá anlamış değilim. Türkiye’nin bölünmezliğine yönelik, Türkiye’nin terörle binlerce vatandaşının öldürülmesine yönelik faaliyetlerin önlenmesinde rol oynamış bir insandan neyin rahatsızlığını duyuyorsunuz? Ben devletten çalmadım, kredi almadım, teşvik almadım, banka soymadım, hazine arazisi yağma etmedim. Ben, binlerce arkadaşımla birlikte devlet nizamına isyan eden bir eşkıya grubuna karşı mücadele ettim. Eğer soldan gelen bir adam olsaydım, lehimde yüzlerce kitap yazılır, düzinelerce film çekilirdi.
Terörle mücadelede CIA’dan hizmet aldım
Ben 8 Temmuz 1993’te Emniyet Genel Müdürü olarak göreve başladığımda, Türkiye, tarihinin en ağır terör kriziyle karşı karşıyaydı. Bingöl’de 33 erimiz şehitti, öğleden sonraları yol emniyeti kalmamıştı. Her gece inisiyatif devletin elinden gidiyordu, Batı’daki büyük şehirlerimizde de yoğun bir terör dalgası vardı. Pasif, çekingen, kendi kabuğuna çekilen devletin meşru güvenlik güçlerine hızlı ve netice alıcı yeni bir konsept getirdik. Bölge halkının da büyük desteğini alarak işi bitirdik. O zaman terörün arkasında çok güçlü yabancı servisler vardı. Bugün dost olduğumuz birçok ülkenin servisleri işin ardındaydı. Bir de bunların karşısında olması gereken servisler vardı, ben de onlarla görüştüm. Ondan sonra, CIA ve onun yönlendirdiği servislerden teknoloji ve istihbarat anlamında çok önemli hizmetler aldık. Göreve geldiğimde eksik olan en önemli unsur istihbarattı. İstihbarat toplamak her zaman riskli, zor bir iştir. İstihbaratın teknolojik ve insana dayalı tarafları var. İnsana dayalı tarafında, o günün şartlarında her türlü imkándan istifade etmek mecburiyetim vardı. Burada riskler vardır, ben bu konuda hiç kimsenin alamadığı riskleri almak zorundaydım. Huzurlu ve rahatım ki, buralardan hiçbir zaman şahsi menfaat elde etmedim. Neticede bu işi 1996 başında halkın büyük desteğiyle bitirdik. Bunun en net ifadesini Öcalan, İmralı’da söyledi: ‘Biz 1993’e kadar bu meseleyi bitirdiğimizi düşünüyorduk. Ondan sonra farklı bir mücadele konsepti geliştirip 1993-95 döneminde bizi yok ettiler.’
Osmanlı’dan kalana Türk milleti demişiz
Bizim ölçümüz; müşterek vatan, bölünmez bütünlük, cumhuriyetin hür ve eşit vatandaşlığı. Türkiye’nin her bölgesindeki vatandaşlarımız özgür iradelerini her seçimde kullanıyor. Türkiye’de 1946’dan beri hür seçimler yapılıyor, her seferinde her kökenden vatandaşımız belediye başkanlığından milletvekilliğine kadar seçilebiliyor. Bakan da oluyor, başbakan müsteşarı da, başbakan da, orgeneral de, cumhurbaşkanı da. Gelişen dünya konsepti içinde, bu vatandaşlarımız için bireysel özgürlüklere yönelik açılımlar da yapıldı. Ama, bu bireysel hakları kolektif haklara taşımak söz konusu bile olamaz, bunu herkes bilmeli. Devletin sorumlu makamlarında olan insanlar her dakika kimlik tartışmalarıyla ülke gündemine gelip, vatandaşa bir araştırma görevi filan veremez. Bunlar geliştikçe, herkes başlar, ‘Benim köküm ne, dibim ne?’ diye sormaya. Burası imparatorluk várisi olan bir ülke. Lozan’dan sonra Osmanlı’dan elimizde kalanların hepsine Türk milleti demişiz. Bu meseleyi 1924 Anayasası çözmüş, halkın böyle bir meselesi yok.
Aile fotoğrafı
Emel-Mehmet Ağar çiftinin hayattaki tek varlıkları Tolga Ağar 30 yaşında. İstek Özel Bilge Kağan Lisesi’nin bitirdikten sonra Boston Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler okumuş. Halen İstanbul’da yüksek teknolojik araçların ticaretiyle uğraşıyor.