Siirt konuşmasında suç niteliği yok

Türkiye'nin dünyaca ünlü hukukçusu Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, arkadaşımız Yener Süsoy'a, eskiden hukuk eğitiminin hakim ya da savcı olmak için alındığını, günümüzde ise holdinglere hukuk danışmanı olmak için alındığını söyledi. Prof. Dönmezer, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın mahkum olduğu Siirt konuşmasında hiçbir suç unsuruna rastlamadığını söyledi.

Erdoğan’dan danışmanlık ücreti almadım

- Tayyip Erdoğan, Siirt'te okuduğu şiirden dolayı mahkum edildikten sonra avukatı aracılığıyla benden görüş istedi. Kendisiyle bir ahbaplığım da yok, eskiden benim öğrencimmiş. İstanbul Belediye Başkanlığını yapmış biri haksız muameleye uğramışsa bizim gibi adamlar hizmet etmeli. Dosyasını inceledim, şiir konusunda mütalaamı verdim, elbette hiçbir ücret karşılığında değil. Tayyip Bey'in Siirt konuşmasında hiçbir suç niteliliği yok. Aksi olsa benim gibi bir adam nasıl yok diyebilir, sırf beraat etsin diye yanlış görüş verecek adam mıyım ben? Tayyip Erdoğan'a daha sonra başbakan olabilmesi yolunda engelleri aşabilmesi için yollar göstermeye çalıştım.

Artık hukuk tahsili holding müşavirliği için yapılıyor

Anadolu'daki Hukuk fakültelerine derse gidiyordum, birinin dekanı veterinerdi. Benim öğrencilik yıllarımda kolej mezunu zengin aile çocukları, hakim, savcı olmaya can atardı. Bugünküler ise hukuk tahsilini büyük holdinglerin hukuk müşaviri, danışmanı olmak için yapıyor.

En büyük şansım eşim

Hayatımın en büyük şansı 52 yıllık sevgili eşim Merih'tir, o aynı zamanda benim en esaslı yardımcımdır. Evlendiğimizden bugüne kadar bütün yazılarımı daktiloda, bilgisayarda hep o yazdı, yazıyor.

Gençlik yıllarımda Türk müziği söylenen gazinolara giderdim, en beğendiğim sanatçılar Hafız Burhan ile Safiye Ayla idi. ‘‘Burası Muş'tur’’ şarkısını duyduğumuz anda hanım ve ben ağlamaya başlarız.

28 Nisan olaylarının perde arkası

Sulhi Dönmezer, 28 Nisan 1960 tarihinde öğretim görevlisi olduğu sırada İstanbul Üniversitesi'nde yaşanan ve 27 Mayıs'ın habercisi olan öğrenci olaylarını şöyle anlattı:

- Eğri oturalım, doğru konuşalım, 28 Nisan 1960 üniversite olaylarının tahrikçileri Cumhuriyet Halk Partisi Gençlik Kolları ile bazı aşırı solcu üniversite hocalarıdır. Rektör Sıddık Sami Onar bu işe isteyerek girmedi, ikimiz de cup diye kendimizi olayların içinde bulduk... 28 Nisan günü Hukuk Fakültesi Dekanı Naci Şensoy bir işi olduğunu söyleyip benden bir günlüğüne vekaletimi rica etti. Bir Alman profesör konferans verecekmiş, onu sınıfa götürüp takdim edecekmişim. Alman profesörü sınıfa götürdüm, adam tam konuşmaya başladığı sırada bahçeden silah sesleri gelmeye başladı. Ben de dekan vekiliyim, hemen fırlayıp bahçeye çıktım. Bir baktım çocuklar merkez kapısından içeri kaçışıyor, polis de havaya ateş ediyor. Ateş edenlerden biri de liseden sınıf arkadaşım, polis müdür muavini Yaşar. Yanına gidip ‘‘Deli misiniz, hemen çıkın üniversitenin bahçesinden, biz çocukları teskin ederiz’’ dedim.

REKTÖRE YUMRUK

Geriye dönüp merkez kapısından içeri girer girmez çocuklar ‘‘Yaşa hocam’’ diye bağırarak beni sırtlarına aldı. Yere indirmelerini söylüyorum ama, dinleyen kim. O arada baktım rektör Sıddık Sami otomobiliyle içeri giriyor. ‘‘Hocam silahlar atılıyor, çocuklar ölecek, bunları engellemeye çalışın’’ dedim. ‘‘Peki hoca, bin arabama oraya gidelim’’ dedi. Yolun yarısına gelmiştik ki, otomobilimiz durduruldu. O anda namlı polis Bumin Yamanoğlu bana bir tokat attı, gözlüklerim havaya fırladı. Sıddık Sami ‘‘Sen benim yanımda nasıl bir profesöre tokat atarsın’’ diye gürledi. Hocayı zorla otomobilin içine sokmaya çalışırlarken kafası kapıya vurdu, alnı yarıldı, her tarafı kan içinde kaldı. Beni de hırsla onun yanına itip ikimizi önce polis müdüriyetine, oradan da valiliğe götürdüler. Valilikteyken İçişleri Bakanı Namık Gedik, Ankara'dan telefonla Sıddık Sami'yle görüşmek istedi, ardından telefona beni istedi; ‘‘Sulhi Bey, öğrencileri siz tahrik etmişsiniz’’ demez mi? Tepem attı, bu uydurma bilgileri kimden aldığını sordum. Anladım ki, bu senaryoyu yazan vali bey. O anda valinin masasının üstündeki kağıtlara gözüm takıldı, çoğunun üstünde benim adım yazılıydı.

Oradan çıkıp birlikte üniversiteye döndüğümüzde tankların geldiğini gördük. İkinci kattaki tıp dekanının odasına çıktık. Telefon çaldı, Başbakan Menderes, Sıddık Sami'yle konuşmak istiyordu. Hoca benim konuşmamı işaret edince Menderes'e rektörün rahatsız olduğunu söyledim. Neler olduğunu sorunca da yaşadıklarımızı bir bir anlattım. Bana ‘‘Çocukları üniversite dışına çıkarın, bu kadarla kalsın’’ deyip telefonu kapadı. Birkaç gün sonra Milli Eğitim Bakanı telefonla arayıp, Hüseyin Nail Kubalı hakkında menfi mütalaa vermemi istedi. Bununla hocayı görevden alıp, ortalığı düzelteceklermiş. Çok sinirlendim; ‘‘Sayın bakan, sizler idrakinizi mi kaybettiniz? Hocaları bırakın, derhal buradaki vali ve polis müdürünü görevden alın’’ dedim. 15 gün sonra İstanbul Örfi İdare Mahkemesi beni TCK'nın 146. maddesini ihlal etmek iddiasıyla ifade vermek için çağırmasın mı? O gün bana neredeyse inme inecekti, düşünün ki subayların hepsi iktidarın aleyhinde.

KORKARAK GİTTİM

İfade vermeye ürkerek gittim, neyse ki tutuklamadılar. Oradan çıkıp Şişli'deki eve döndüm, biraz sonra kapı çalındı. Açtım, üniversite olaylarının hepsinin başında olan, ihtilalci öğrencim ‘‘Castro’’ namlı Nuri Yazıcı ve arkadaşları karşımda. Nuri aynen şunları söyledi: ‘‘Hocam sizi örfi idareye götürmüşler, hiç üzülmeyin, birkaç gün içinde bir şeyler olacak.’’

Nitekim birkaç gün sonra 27 Mayıs oldu.
Yazarın Tüm Yazıları