Atatürk'ü koklamak, Atatürk'e dokunmak, Atatürk'ü yaşamak istiyorsanız, Türk Milli Eğitimi'ne 67 yıldır aralıksız hizmet vermeye devam eden 88 yaşındaki anıt öğretmen Refet Angın'ın ellerine sarılıp öpün.
Bir defa yetmez bin defa öpün, bin defa anılarını dinleyin. O, Atatürk'le Cumhuriyet trenine binenlerden hayatta kalan tek kişidir. Gelibolu Emniyeti'nin Kuvayı Milliyeci komiseri Hafız Şerif Bey ile Halime Hanım'ın ilk çocuğu olarak 1915'te dünyaya gelen Refet Hoca, doğup büyüdüğü Gelibolu'nun kendisine sardalya kadar değer biçmediğine aldırmaz. Cumhuriyetin 80. yılında kendisinin aranmadığına da gönül koymaz. 88 yaşında, dimdik, her sabah Etiler'deki kiralık dairesinden can yoldaşı kedisi Miniko'yla vedalaşıp İl Milli Eğitim Müdürlüğü'ndeki küçük odasının yolunu tutar...
Refet Hocam, Öğretmenler Günü'nde Atatürk kokan ellerinizden öpüyoruz, çok yaşa.
Atatürk kokulu öğretmen
Yener Süsoy, Türk Milli Eğitimi'nin 67 yıllık tarihi çınarı, 88 yaşındaki Refet Angın'a Öğretmenler Günü pastası hediye etti. Süsoy, ‘‘Atatürk kokan öğretmen’’ diye nitelediği Refet Hanım'a kendi eliyle pasta yedirdi.
Saray, Rumlara rugan ayakkabıgönderince onlara imrenirdim
- Gelibolu'nun Hacı Keçeci Mahallesi'nde otururduk, evimiz Fikirli Sinan türbesine çok yakındı. Komiser olan babam 1919'da bir sabah hepimizi alınlarından öpüp evden ayrıldı. O gittikten sonra anneme sorduğumda, bana ‘‘Çok uzaklarda bir Mustafa Kemal Paşa var, o bizi kurtaracak, baban ona gitti’’ dedi. Babacığım Kuvayı Milliyeci olarak Mustafa Kemal'in saflarına katılmıştı. Çanakkale Zaferi'ni kazanmıştık ama, başımızdakiler o kahrolası Mondros Mütarekesi'ni yapmıştı. İşgal altındaki Gelibolu sokaklarında Anzaklar şakır şakır dolaşırdı. Sonra gelen Yunan işgalcilerinden de çok çektik, hainler bizim de canımızı yaktı. Bir gün Yunanlı bir subay yanındaki askerleriyle bizim evi bastı. Subay anneme saldırıyor, biz üç kardeş avazımız çıktığı kadar bağırıp yardım istiyoruz. Neyse ki, komşular sesimizi duyup belediyede çalışan dayıma haber vermiş. Dayım geldi, Yunanlı subaya bir şeyler söyledi, onlar da gitti. Yunanlılar, Rum komşular her gün sabahlara gramofon çalıp bayram yaparlardı. Annem eline bir sopa alıp kapının önüne çıkar, ‘‘Kustafa Kemal Paşa gelince biz bayram yapacağız hınzırlar, gününüzü göreceksiniz’’ diye bağırırdı. Padişah ve saray, Rumlara sahip çıkar, onlara çikolatalar, ipek elbiseler, rugan ayakkabılar gönderirdi. Ben ise yamalı çoraplarım ve boyamaya bile imkanımız olmadığı pabucumla onlara imrenirdim. Hayatım boyunca hep o üzeri ipçikli rugan pabuçların hasretini çektim. Sonraları rugan ayakkabım oldu ama, Gelibolu'dakileri hiç unutamam. Bütün bu acı olayları çocukluğunda yaşamış biri olarak Yunanlılara karşı muazzam bir antipatim var. Babam evden çıktığının 3. yılında eve döndü; o gün bayram vardı bizim evde, hálá gözümün önünde. Babam hepimizi yanına topladı, Artık padişah yok, gramofon çalanlar da'' dedi.
Gönlüm matematikteydi, Atatürk tarih öğretmeni olmamı istedi
- Mustafa Kemal Atatürk'le ikinci karşılaşmam Edirne Kız Muallim Mektebi'nde son sınıf talebesiyken kısmet oldu. Gelibolu'dan kırmızı kurdeleli diplomamı koltuğuma alıp kendi başıma bu okula müracaat edip parasız yatılı öğrencisi olmuştum. Nisan ayıydı, Atatürk, yanında Afet Hanım olduğu halde okulumuzu ziyarete geldi, karşılayıcı yine ben. Önce kendi yazdığım konuşma metnini okudum, beni dikkatle dinledi. Sonunda ‘‘Paşam ben size muallim olacağım diye söz vermiştim, işte şu anda namzet olarak karşınızdayım’’ dedim. Bana ‘‘Sen Gelibolu'daki çocuk değil misin?’’ dedi. Hangi branşı seçeceğimi sordu, göğsümü gere gere ‘‘Riyaziye (matematik)’’ dedim. Çünkü bir gün onun yerine geçeceğime inandığım riyaziye hocam Abdurrahman Çelebi'ye aşıktım. Problemleri tahtada saatlerce inci gibi yazıp çözer, yine de siyah elbisesinde en ufak bir tebeşir tozu olmazdı. Atatürk, ‘‘Hayır, sen tarih hocası olacaksın’’ dedi. ‘‘Emredersiniz paşam ama, acaba neden?’’ diye cevap verdim. Gözlerime bakıp ‘‘Ben seni bacak kadardan tanıdım, bak burada da bir şeysin ki seni benim karşıma çıkarmışlar. Senin çok başarılı bir öğretmen olacağına inanıyorum. Tarih çok önemli, bilhassa Çanakkale Savaşları'nı çok iyi anlatacaksın, inkılaplara, bana sahip çıkacaksın. Eğer Çanakkale Zaferi'ni kazanmasıydık bugünkü hür dünya camiası olmazdı. Bize cumhuriyeti de, milli mücadeleyi de Çanakkale kazandırdı’’ dedi. Atatürk, yıllar sonra 2. Tarih Kongresi'nde onun özel sekreterliğini yaparken ‘‘Mondros Mütarekesi nasıl imzalanmış, hálá hafsalam almıyor’’ derken gözleri yaşaracaktı.
Mustafa Kemal Paşa’ya çiçek verirken düştüm
- Annem 5 yaşında boynuma içinde cüz olan bir kese asıp mahalle mektebine gönderdi. Okulda rahleler vardı, yerde oturuluyordu, 3. gün keseyi atıp kitabı yırttım. Annem kızmadı, beni karşısına oturtup ‘‘elif, be...’’ diye kendisi öğretmeye başladı. 1925'te yeni açılan Cumhuriyet İlkokulu'na başladım, beni imtihanla 4. sınıfa aldılar, ilkokuldan 1,5 senede mezun oldum. Hiç unutmam, 1928'in 24 Eylül günü Mustafa Kemal Paşa'nın Gelibolu'yu ziyaret edeceği söylendi, kendisine çiçek vermekle de ben vazifelendirildim. Kendisine elimdeki çiçeği tam uzatırken birden ayağım kaydı, taşın üstüne düştüm. Dizimden kan akıyor, canım çok acıyor ama ben yine dimdik ayaktayım. Mustafa Kemal hemen beni ayağa kaldırdı; ‘‘Çocuk canın acıyor mu?’’ dedi. ‘‘Hayır paşam’’ deyip elimdeki çiçeği verdim, elini öptüm. Beni kucakladı, ‘‘Sen ne olacaksın?’’ dedi, hiç düşünmeden ‘‘Muallim olacağım, size söz veriyorum’’ dedim. O da ‘‘Aferin çocuk, sakın bu sözünü unutma’’ deyip saçlarımı okşadı. YARIN: 29 EKİM’İ BİLMEYEN KOLEJ ÖĞRENCİLERİ