Büyük Atatürk'ün doğmadan adını koyduğu, üzerine titrediği küçümencik Ülkü'sü 27 Kasım'da 70. doğum gününü kutlayacak. Manevi babası Atatürk'le Alfabe'lerin kapağını süsleyen Ülkü...
Zübeyde Hanım'ın kendi elleriyle büyüttüğü evlatlığı Selanikli Vasfiye hanımla, Fransızca öğretmeni ve gar şefi Mehmet Tahsin Çukurluoğlu'nun biricik kızları Ülkü... Atatürk'ün Çankaya'dan Florya'ya, Gazi Çiftliği'nden Savorana'ya kadar can yoldaşı Ülkü'yü ilk kez tanıyacağız. Atatürk çocuklarının 'manevi kardeşi' Ülkü Adatepe bugüne kadar sır gibi sakladığı en gizli anılarını ilk kez anlatacak. Görelim bakalım Atatürk zamanında Ülkü neymiş, 10 Kasım'dan sonra başına neler gelmiş... Onu dinledikçe bugüne kadar hayranı olduklarımıza lanet de edebiliriz, nefret ettiklerimize hayran da olabiliriz.
İnönü, hiçbir zaman benimle ilgilenmedi
Yener bey, Atatürk'ün vefatından sonra İsmet İnönü hiçbir zaman benimle alakadar olmadı. Sadece Fethi Doğançay'la ilk evliliğimi yaparken Atatürk'ün bıraktığı kendi parasından 100 lira gönderdi. İsmet İnönü bana çok haksızlık yaptı, en azından beni okutabilirdi, bir meslek sahibi yapardı. Hani Atatürk'ü severlerdi, Atatürk'ün kızı olarak bu kadar da mı hakkım yoktu? Çünkü onlara, bizim gibi gençlerin okutulması için paralar bırakmıştı Atatürk, nereye gitti? Atatürk düşündü ki, ondan sonra Ülkü'ye sahip çıkarlar. Bu alakasızlık yüzünden gencecik yaşta öğrenimimi bırakıp evlendim. Biliyor musunuz, benim devletten hiçbir sağlık, sosyal garantim de yok, zengin bir insan değilim ki. Ünvanımı bugüne kadar hiç suistimal etmedim, hep O'na layık olmaya çalıştım. Beş para etmez insanların çifte korumaları, arabaları var.
Atatürk'ün kızı demek yetmez, onu taşımak, onore etmek de lazım. Sözde herkesin dilinden Atatürk düşmüyor ama, onun kızına bunca zamandır verilen değer ortada. Biliyor musunuz ki, benim adım hiçbir devlet protokolünde yok. Mesela bir askeri kampa gitmek istiyorum, telefona çıkan komutan Atatürk áşığıysa beni baş köşeye alıp hürmetle karşılıyor. Bunun aksi davranışlarla da karşılaşıyorum. Beni yokuşa sürüyor, telefon konuşması bile çok sert.
Latife Hanım dengesizdi
Annem Fikriye'ye hayrandı, Atatürk'ü ondan daha fazla sevecek, hatta canını bile verecek başka bir kadın olmadığını anlatırdı. Çankaya Köşkü'ne ilk gelip perdelerinden koltuklarına kadar her şeyi yapan o. Ne yazık ki hastalanıp gidiyor, talihsizlik işte. Oysa Zübeyde hanım İzmir'e gitmeden oğluna, yüzünü görmediği Latife hanımla evlenmesini vasiyet etmiş. Atatürk'ün o zaman evlenmesi lazım, inkılaplar yapacak, yanında modern, iyi bir aile kızı gerekli. Zübeyde hanım bir süre Latife hanımın yanında kaldıktan sonra onun hırçınlıklarından bunalıyor. Bu düşüncesini oğluna iletmesi içen yaveri çağırıp; ‘‘Kemal'e söyle, ona Latife'yle evlenmesi için vasiyetim vardı, onu geri alıyorum' diyor. Ne var ki, annesinin bu sözleri Atatürk'e iletilmiyor, o da bilmeden bu evliliği yapıyor. Latife hanım hırçınlıklarına devam ediyor, durmadan bağırıp çağırıyor ve sonunda boşanıyorlar. Boşandıktan sonra 30 sene evine kapanması da onun ruhi dengesizliğini ortaya koyuyor zaten. Halbuki ortaya çıkıp Atatürk'ün meziyetlerini o dönemin çağdaş bir Türk kadını olarak bütün dünyaya anlatması gerekirdi.
Bayar ve Menderes Atatürk’e hayrandı
Ahmet Necdet Sezer'e kadar hiçbir cumhurbaşkanı beni Köşk'teki davetlere çağırmadı. Ne Süleyman Demirel'den, ne de ağzından Atatürk'ü düşürmeyen Kenan Evren'den en küçük bir yakınlık gördüm. Ben hayatımdaki en büyük yakınlığı Celal Bayar ve Adnan Menderes'ten gördüm Yener bey. Celal Bayar'ın Köşk'e taşındığında ilk işi benim yatağımı göndermesi oldu. Beni Çankaya protokoluna dahil edip Dolmabahçe sarayı dahil bütün davetlere beni eşimle birlikte çağırdılar, evimize kadar geldiler.
Bayar ve Menderes gerçek birer Atatürk hayranıydı, bunu çok iyi biliyorum. Aslında bana halk sahip çıktı, insanlar yolda yüzüme bakıp gözyaşı döküyor. Atatürk ölmeden üç gün önce yazdırdığı vasiyetinde bana ölünceye kadar verilmek üzere maaş bağlatmış, o tarihte 200 liraydı. Bu yıllarca hep aynı gitti, Üsküdar Amerikan Koleji'nin orta bölümünden babamın memur maaşıyla zorlukla okudum. Bu rakam Bülent Ecevit'in ilk başbakan olduğu güne kadar değişmedi.
Atatürk bana bir fiske bile vurmadı
Atatürk hiçbir zaman kendi çocuğu olmasını istememiş. Rahmetli annemle Sabiha Gökçen bunu anlatırlardı. Belki de çocuğunun ilerde kendisi gibi olamayacağı kuşkusundan, belki de onlara gerekli özen ve sevgiyi verememek endişesinden.
Değil bir fiske yemek, Atatürk bana karşı hiç sesini yükseltmedi bile. Ben de dışarda çok yaramazdım ama, onun yanındayken inanılmaz usluydum.
Ona hep ‘‘Atatürkçüğüm’’ diye hitap ederdim, bunu duyduğunda gözlerinin nasıl ışıldadığını hala görür gibiyim. Beni öyle severmiş ki, para-tifo geçirdiğimde komada yatarken doktorları; ‘‘Ülkü'yü kurtarın, o ölürse ben nasıl yaşarım’’ demiş.
Florya'da Köşk'ün doktorun benden büyük çocuklarıyla otururken onları taklit etmek için sigara tüttürmüşüm ve bu arada bütün kirpiklerimi yakmışım.
Nedendir bilmiyorum, ben Zübeyde hanımdan pek fazla hoşlanmamışım. Kendisine ‘‘Cici anne’’ demem için çok ısrar etmiş, ben de hiçbir zaman dememişim.