Paylaş
Benim hayatta üç-beş erkek arkadaşım olmadı değil. Ancak ve lakin doğduğumdan beri hep kadınlarla yakınlık kurdum.
Bunda elbette Melek Hanım'a duyduğum olağanüstü sevgi de rol oynadı. Ama büyükbabamı daha dört yaşımda kaybedince, eve hemen hiç erkek girmez oldu.
Melek Hanım'ın eşraftan yakın kadın dostlarının kucaklarında büyüdüm. Evimizde Melek Hanım'ın yardımcıları genç kızlar da vardı.
Dünyam bir kadınlar dünyası oldu. Kadınlara büyük sevgi-saygı ve hayranlık duydum. Ne var ki her kadını gönlümde ayrı yerlere koydum.
Sözgelimi, Tanju Okan'ın annesi Bedia Hanım benim için hem güzellik, hem de güzel ses timsaliydi. Sarı saçlı, mavi gözlü bir muganniyeydi.
İlhan Can'ın karısı Semiramis Abla güzeller güzeliydi. Beyaz tenli, koyu renk saçlıydı. Ondan pek hoşlanırdım; nazımı çekerdi.
Şükufe Hanım, Ayşe Hanım, Nefise Hanım daha ağırbaşlı idiler. Onlar da nazımı çekerlerdi ama; şımarıklık edemezdim.
Hasılı, dünyam kadınlardı ve öyle de kaldı.
* * *
Okul yıllarımda da kızlarla birlikteydim. Sayılı erkek arkadaşım vardı.
Hiç unutmam, lise son sınıfta okulun son günleri, sınıfça dersleri kırıp parka gitmiştik. Kızlar çevremi almışlar, şarkı istemişlerdi.
Onlara Fransızca şarkılar söylüyordum ki garsonlar gelmişti.
Feodal gençler olduklarından, şarkı söylemenin yasak olduğunu söylemişlerdi. İtiraz etmiştim. Bunun üzerine kavga çıkmıştı.
Tek başıma beş-altı garsonla dövüşmeye başlar başlamaz hayalarıma korkunç bir tekme yemiştim; dünyam kararmıştı.
Hayal-meyal çevremi seçebildiğimde gördüğüm manzara unutulacak gibi değildi. Sınıfın kızları çevremi sarmışlar ve ellerinde sandalyelerle garsonlarla kıyasıya bir kavgaya girişmişlerdi.
Başta Nurten Uncu olmak üzere Gönül, Suna ve diğerleri garsonlara eşi bulunmaz bir dayak çekiyorlardı. Sınıfın erkekleri sadece seyirciydiler.
O gün bugün kadınlara minnettarımdır.
* * *
Karşıyaka'daki namaz olayı bana bunları hatırlattı. Hoşuma gitti. ‘‘Benim de namazımı kadınlar kılsınlar’’ diye mırıldandım.
Zagreb'de, kadın siluetli enfes bir camide, gencecik kızların nasıl erkeklerin namaz kıldıkları bölüme girerek namaz kıldıklarını gözlemiştim. Kubbet-üs Sahra'da, Hz. Muhammed'in miraca çıktığı yerde namaz kılmıştım.
Önümüze birkaç kadın gelmiş ve namaza durmuşlardı. Yanımızdakilerden biri itiraz edecek olmuştu.
Ona hafif bir dirsek atmış ve şöyle demiştim:
‘‘Eğer yüreğin bu kadarcık bir şeyle bozuluyorsa zaten senin hiçbir namazın kabul edilmez.’’ Namazı böylece kılmıştık.
Bu konu tartışılsın istiyorum; ama söyleyeceğim şudur.
Türkiye'de iki kapalı kutudan biri din, diğeri ordudur. Aradaki kavganın nedeni bu kapalılıktır. Şimdi kapalı kutular açılıyor, çünkü çağ şeffaflığı zorluyor. Açıklık barışı getirecek, öncüleri de kadınlar olacaktır.
Kendimizle barıştığımızda birbirimizle de barışacağız.
İşte o zaman dünyada saygın yerimizi alacağız.
Paylaş