Paylaş
Başlığı bilerek Fransızca yazdım. Yazıyı da Fransızca yazabilirdim. Çünkü son zamanlarda Türkçe yazdıklarımı da, kimileri ya anlamazdan geliyor, ya da gerçekten anlamıyorlar.
Acaba geçenlerde bana, ‘‘Ağabey, sen yaşadığın süre içinde anlaşılamazsın. Seni anlamak için ölümünden sonra en az otuz sene geçmesi gerek'' diyen genç yazar kardeşim Tamer Korkmaz haklı mı?
Acaba, beni anlamayanlar Süleyman Demirel'in ‘‘tek tip insanları'' mı? Yoksa ben, fason üretimi reddederek, sıradışı Stradivarius kemanlarla sonsuzluğu senfonileştirirken hata ya da halt mı ediyorum? Dokuzuncu Senfoni'nin koral bölümünü hatasız söyleyebilen bir gırtlak ve sese sahip olduğum için mi anlaşılamıyorum.
Dokuzuncu Senfoni'yi ıstırap içinde dinledikten sonra ‘‘İşte çağdaş Türkiye'' deseydim, el üstünde mi tutulurdum?
‘‘Kardeş olun ey insanlar bunu ister Tanrımız
Bu dünyada her şey geçer, en son sana dost kalır.
İnsanlığa, mutluluğa göğsünü aç korkma sakın.
Hür doğmuştur insanoğlu hür yaşamak hakkıdır.''
Bunları söylediğim için mi anlaşılamıyorum?
* * *
‘‘hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların
bir dakika bile çıkmıyorsun aklımdan
koşar gibi yürüyüşün
karanlıkta bir ışık gibi aydınlık gülüşün
hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların
uzak uzak yıldızlarla çevrilmiş kainatın
karanlık boşluklarında akıp giderken zaman
adımla nasıl berabersem öylece beraberiz
seninle her saat, her dakika her saniye
gönlümüz mutluluğa inanmış olmanın gururuyla rahat.
koltuğumuzun altında birer dinamit gibi kellemiz
hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların
Sen bana kalbim kadar, elim kadar yakınsın.''
* * *
İyi ki buldum Attila İlhan'ın bu eski ve ölümsüz şirini. ‘‘Adımla nasıl berabersem'', ‘‘Duvar''da yazıyordu. Şimdi de ‘‘Eski Toprak''ta bir Behçet Necatigil arayacağım.
‘‘Derinden sesler geliyor-Durduramaz beni aşkın-Bekle geçinceye kadar-yayı daha germe-Kıracaksın/
Karanlıkta kımıldayan düşünceyi-Göremez sendeki göz-Örtülere büründüğüm şu anda-Düşmüş senden kumaşlar-Çıplaksın/
Eser serin bir rüzgar-Sen çok sıcaksın- Koptu senden ellerim, köprü yıkıldı- Seni benim tarafa nasıl alabilirim-Uzaksın.''
Şimdi de bir kenarda sessizce Baudelaire okuyacağım.
‘‘Ey ıstırap. Ver elini bana, gel şöyle...''
İçimde asla büyümeyen bir çocuk yaşattığım için durumdan vazife çıkarmayı bir türlü beceremiyorum.
Istıraptan mutluluk çıkaracağım.
Paylaş