Paylaş
Bu yazıyı yazmayı hiç istemiyorum; çünkü bir insanın suçlu addedilebilmesi için hakkında kesinleşmiş mahkeme kararı olması gerekir.
Üstelik benim için bu da yeterli değildir. Her şeyden önce bu kararı verecek mahkeme, bağımsız bir yargı sistemi içinde yer almalı, üstüne üstlük normal bir mahkeme olmalıdır.
Kısaca, ara dönem olağanüstü mahkemelerinin verdikleri kararlar bence keenlemyekun, yani ‘‘yok’’turlar. Türkiye'nin ara dönem mahkemelerinde yargılananların haklarında verilen kararların hiçbir kıymet-i harbiyesi olamaz. Bu davaların yeniden görülmesi, Türkiye'nin kabuğunu kırarak gözlerini demokrasiye çevirebilmesi açısından sadece lazım değil, elzemdir.
Ancak Türkiye bunları yapmak yerine, zaten bağımsız olmadığı en yüksek yargıçlarca da ifade edilen yargısını daha da bağımlı kılmaya yönelmektedir. Benim garipsediğim, yargı bağımsızlığı kavramı kadar kutsal olan yargıç bağımsızlığı ve vicdanı kavramının da sessiz kalıyor olması ve Anayasa'nın 138. maddesini savunacak yerde, müdahaleyi olağan karşılamasıdır.
Türkiye'de ‘‘Hiçbir organ, makam, merci ya da kişinin mahkemelere tavsiye veya telkinde bile bulunamayacağını'' yazan Anayasa maddesi fiilen yok gibidir. Bu durum hukuk açısından intihar demektir.
* * *
Siyaset ve yargı kesimi, yargıya verilen brifinge itiraz etmek yerine onu alkışlarla karşılamıştır. Aynı kesimler son DYP bildirisini yargıya müdahale sayarak kovuşturma açmaya kalkışmışlar, belki de açmışlardır.
İşte Mustafa Kalemli olayı bu çerçevede irdelenmelidir.
Başta da söylediğim gibi Kalemli, hakkında normal yargı süreci sonunda verilecek kesinleşmiş bir mahkeme kararına kadar suçsuzdur. Ne var ki bu zat, birkaç gündür kamuoyunda yargılanmış, hüküm giymiş ve hatta bu hüküm infaz edilme aşamasına gelmiştir. Bu da bizim ülkenin kendine has özelliklerinden bir tanesidir.
Medyada, Kalemli'yi perme perişan eden yazılar yazılmakta, TV'lerde aynı tür yorumlar yapılmaktadır. Kalemli de kendini daha beter duruma sokmak için elinden geleni yapmaktadır.
Meselenin burasıyla ilgili değilim. Anlatmak istediğim şey başkadır.
* * *
Ben Kalemli'yi en çok eleştiren yazarım. Onu özellikle 28 Şubat sonrası MGK kararlarının TBMM'ye gelmemesi için gösterdiği ve başarıya ulaştığı çaba sonrası eleştirmiştim.
Bu kararların TBMM'de görüşülmesini sağlamanın Başkan'ın temel görevi olduğunu, aksi halde TBMM Başkanı'nın Meclis iradesini başka güçlerin eline bizzat vereceğini söylemiştim.
Kalemli kulak asmadı ve Meclis'i adeta hadım etti; tarihe böyle geçti.
Şimdi onu, akçalı birtakım işlerde çıkar sağlamakla suçlayanlar, o zaman Kalemli'nin fevkalade erdemli davrandığını savunuyor, ona toz kondurmuyorlardı. Kalemli'yi yüceltme yarışına giriyorlardı.
Şimdi anlamış olmalarını dilerim ki, erdem bir bütündür. İnsan, siyasette erdemsiz, akçalı işlerde erdemli ya da tam aksi olamaz.
İnsan, özellikle siyasetçi, siyasette ilkesi sağlamsa akçalı işlerde de sağlam durabilir.
Gerisi, laf ü güzaftır.
Paylaş