Adanın havasının suyunun bizim Efe’nin gelişmine de katkısı bol. Yaşlı kurt, annemin iddialarına göre burada canlandı, gözlerine ışık geldi. Gerçi bu, kışın Efe’yi İstanbul’a götürmeyelim, Leyla emeklemeye başladığında tüylerini yutmasın diye uydurulmuş bir bahane ama burada gelişen başka bir yeteneği var bizim oğlanın: Kapı açmak!
İstanbul’daki evde denemeleri olduğunu biliyorum, hatta geçmişte zaman zaman becermişliği de vardır. Ama görmeyeli adada bayağı profesyonel kapı açıcı olmuş bizim sıpa. Patileriyle açamadığı kapı yok! Eskiden bir patisini kapıya dayayıp, diğeriyle kulbu aşağı indirirdi ama kapıya dayalı pati yüzünden tam beceremezdi. Olayı çözmüş artık; sol patisini kapının kulbuna dayıyor, sağla da aşağı çekiyor. Böyle olunca, açılan kapı geri kapanmıyor. Hatta işi garantilemek için kapı aralanır aralanmaz patilerini çekip burnuyla araya dalıyor. Efe’nin bu becerisi beni, okumayı öğrenmiş bir çocukmuş gibi mutlu ediyor da, annem yakında canına okuyacak. Çünkü Efe için çamur, soğuk, sivrisinek fark etmiyor. Mesela şakır şakır yağmur yağarken, bizimkinin canı yatak çektiğinde o an gözüne kestirdiği bir odayı açıp çamurlu vücuduyla yatağa kıvrılıveriyor. Ya da sinek girmesin diye kapattığımız salonun kapısını bir hamlede ardına kadar açıp bahçeye çıkabiliyor. Salon, mutfak ve odaların hepsi direkt bahçeye açıldığı için sinir bozucu olabiliyor bu durum.
KAPICI OLARAK VERECEĞİM
Açtığı kapılardan biri de sokak kapısı. Bazen oğluyla birlikte mahalleyi keşfe çıkıyorlar. Birkaç hafta evvel sokak kapısının hemen yanındaki odamızda yatarken kalkıp önce bahçeye, oradan sokağa çıkmış. Tabii ardındaki bütün kapılar açık. Sabahın körü olduğu için fark etmemişiz. Bir gözümü açtım ki, sokaktan geçenler içeriyi görüyor. Kaç saat öyle kaldı bilmiyorum. Hırsız mırsız bir yana, mahalleye rezil olduk. Sokak kapısı artık hep kilitli, salon ve yatak odaları günün muhtelif zamanlarında ve yağmurda kilitlenmeye başladı. Efe’cim, azar işitmemek için tek yolun var oğlum! Açtığın kapıları kapatmayı öğren. Ya da seni beş yıldızlı otellerin birine maskot kapıcı olarak vereceğim, haberin olsun. Eve para getirirsin hem.
ADALAR DERTLİ...
İstanbul’un tümüne hakim sokak hayvanları sorunu sanmayın ki Adalar’da yok. Var, hem de karadaki ilçelerden katbekat daha fazla. Adalardaki hayat ağırlıklı olarak yazın hareketlendiği için, yaz sonundaki manzara Türkiye’nin klasik tatil beldeleriyle aynı. Yazın sahiplenilen, çocuklara hediye edilen, Adalar’a getirilen köpek ve kediler sonbaharda sahipleriyle birlikte kışlık eve dönmek yerine ada sokaklarına terk ediliyor. Belediye şimdiden dertli, “Bu yaz sonu kaç yeni kedi-köpeğimiz olacak acaba?” diyorlar. Büyükada’daki barınağın hali malum, şu an 450 köpek var ve sayı süratle artıyor. Daha bu hafta Kınalıada’da yaşayan biri, 17 köpek birden getirip, “Bunlar benim ama bakamıyorum” diyerek barınağa terk etmiş. Bir de kontrolsüz üreme sorunu var. Adadaki veterinerler yetersiz, bütçe sınırlı, kısırlaştırma çalışmaları geniş kapsamlı yürüyemiyor. Beldiye ek personelle falan arayı kapamaya çalışıyor ama üreme hızına yetişemiyor. Sokaklar yavru kediden geçilmiyor. Hepsi de birbirinden güzel, üstelik en az yarısı bembeyaz. Havalar sıcakken bir şekilde idare ediyorlar. Kışın ne olacak? Daha önce yazmıştım, tekrarlıyorum: Adalar’da yaşayanlar inisiyatif kullanarak veya belediyeyle işbirliği yaparak kapılarının önündeki hayvaları kısırlaştırmalı. Herkes iki-üç kedi, bir köpek kısırlaştırsa sorun büyük oranda azalır. Bir de şu pet shoplar’dan kedi köpek alanlara sesleniyorum; evcil hayvana para vermeyin. Gelin, buradaki zavallı sokak hayvanlarından alın. İddia ediyorum, İstanbul sokaklarında böyle güzel kediler yok! Köpek deseniz, cins cins, ırk ırk...