Erkek kardeşim şehrin göbeğinde bir semtte, dördüncü kattaki bir çatı katı dairesinde yaşıyor. Evi çepeçevre çatı ile çevrili.
Denize yakın bir semt olduğu için cama gelen martı ve diğer kuşlara alışıktı, bir süredir yeni ziyaretçileri var. Kediler! Evet, çatıya nasıl çıktığını anlamadığımız bir takım kediler, camı açık buldu mu kardeşimin evine dalıp kafalarına göre takılıyorlar. Biri tekir irisi, üstelik de bir girdi mi evin her tarafına koku bırakıyor. Sonra elde çamaşır suyu ve envai çeşit koku baskılayıcı, av köpeği gibi o noktalar bulunup siliniyor. Çıkmıyor tabii... Havalandırma penceresinden apartmana girip, sonra çıkış yolunu bulamayıp paspasa kaka yapmışlığı da var beyefendinin. Yeni yeni gelmeye başlayan arkadaş ise çok tatlı. Yavruluktan yeni çıkmış, sahipli, boynunda künyesi olan kapkara bir kedi. Yaramaz olduğu kadar oyuncu da! Geliyor, gidiyor, kalıyor; kafasına göre takılıyor. Çalışırken kardeşimi rahat bırakmıyor. Klavyeye, fareye, yazı yazarken kaleme atlıyor sürekli. Kardeşimden bıktığında, kanepe ve civarında ne varsa üzerinde tırnaklarını biliyor! Son aşk objesi, yatak örtüsü. Tiftik tiftik etmiş. Kediyi seven ama sahibinin merak edeceğini düşünen kardeşim, geçenlerde sahibine bir mesaj yolladı. “Kedinizi merak etmeyin, ortalıktan kaybolduğunda güvenli ellerde vakit geçiriyor. Keyfi yerinde. Koltuklarımı ve örtülerimi parçalamasa daha da çok seveceğim. Adresim, ismim bu” gibilerinden bir mesajı kolyesine takmış. Cevap, bir iki gün sonra postacıyla gelmiş. Kedinin ismi, cismi, aile bilgileri ve özgeçmişiyle birlikte hem de! Yan apartmandan falan değil, birkaç dam öteden geliyormuş mikrop. “Sizin gibi kedisever komşularımız olduğu için biz de mutluyuz. Aklımız kalmıyor, bu misafirlikten biz de memnunuz...” gibi bir not getirmiş postacı.