Paylaş
Birazcık dikkat!
Dikkat edeceğimiz şey nedir?
Yaptığımız iş mi, gittiğimiz yol mu, yoksa anne, baba, çocuklar mı, ya da sevgilimiz mi?
‘‘Hepsine dikkat etmek gerek’’ dediğinizi duyar gibiyim. Peki dikkat ediyor muyuz?
Şöyle desek daha doğru; ‘‘dikkat’’ten ne anlıyoruz?
Genellikle zor durumda kaldığımız anlarda dikkat etmeye başlıyoruz. Ya da zor durumda kalabileceğimiz ihtimali güçlendiği zamanlar.
Yapacağımız hatanın bedelinin ağır olduğu durumlar, dikkatimizi en fazla yükselttiğimiz zamanlar oluyor.
Yeni yürümeye başlayan çocuğumuza dikkat ediyoruz. Sağlığımız kötüye gitmeye başladığı zaman bedenimize dikkat etmeye başlıyoruz. Sağa sola çarpmamak için, ödeme yaparken fazla para vermemek için, kısacası zararlı çıkabileceğimiz durumlarla karşılaştığımız zaman dikkat ediyoruz.
Fakat, bütün bunların hepsi tek tek dikkatin yöneltildiği hayatın belirli bölümleri. Peki yaşamak için dikkat ediyor muyuz?
Canlılığımızı korumak için elbette ki, dikkat ediyoruz. Özellikle de bedenimize bir zarar gelmesin diye. Fakat, yaşamak demek, nefes alıp vermek, karnımızın doyması mı, demek?
Varlığımızın bütünlüğünü korumak ve sağlıklı olmak elbette ki, çok önemli.
İyi de, neden önemli olduğunu hiç düşündünüz mü?
Düşünmediğinizden eminim. Çünkü, artık insanın düşünecek zamanı yok. Otomatiğe bağlanmış halde yaşıyoruz. Yani yaşamıyoruz. Bir çeşit robot gibi her gün yaptıklarımızı tekrarlıyoruz.
İşe gidip çalışıyoruz. Aynı yollardan görmeden geçiyor, anlamadan bakıyor, farkında olmadan yiyor, uyuyor, sabah gene aynı saatte kalkıp işe gidiyoruz. Ve şayet varlığımızı tehdit eden herhangi bir şeyle karşılaşmadıysak o güne ait en ufak bir fikrimiz bile olmadan ertesi güne hazırlanmak üzere uyuyoruz.
İşte bunun adına da yaşamak diyoruz.
Düşünmeden, anlamadan, öğrenmeden, bilmeden, bilmek için en ufak bir istek duymadan günler, aylar, yıllar geçiyor.
Bu arada hayatımızda yaşadığımızı farkettirecek esintiler meydana geliyor. Aslında buna fırtına demek daha doğru. Çünkü, esintileri farkedecek durumda değiliz. Bunu anlamak için hayatın kendisine dikkat etmek gerekiyor.
Esintiler dedim de aklıma geldi. Birazcık yaşamaya dikkat edecek olursak, öyle hoş esintiler meydana geliyor ki, tıpkı yaz güneşinin tam tepenizde parlayıp bunalttığı anda çıkan esinti gibi bir duygu yaratıyor. Hani sıcaktan bunalmış ağacın altında otururken yüzünüze dokunup ferahlatan türden bir esinti vardır ya, işte öyle.
Bu esintiler de, ruhunuzu, aklınızı ferahlatan, aydınlatan türden. Bazen küçük bir olay, bazen aldığınız bir telefon, bazen karşınıza çıkan biri, bazen de bir mektup oluyor.
Geçen günü okuduğum imzasız bir mektup beni öylesine derinden etkiledi ki, sanki kağıdın üzerindeki yazılar canlanıp içimdeki bir şeyleri harekete geçirdi. Büyük bir merakla zarfın üzerine baktım ‘‘Gaziantep’’ten geliyordu. Keşke sizlere aktarabilseydim. Lakin mektubun başına ‘‘özel’’ ibaresi konulduğu için bende saklı kalacak. Fakat, sözünü ettiğim esintilerden biri olduğu mutlak. Neyse şu esintiyi biraz daha açmak gerekiyor sanırım.
Mesela işin içinden çıkamayıp bunaldığınız bir sırada biri çıkıp geliveriyor ve siz ona bir şey anlatmadığınız halde, sizin derdinizin çaresini size söyleyiveriyor. O sırada siz öyle bir rahatlıyorsunuz ki, çözümü bulmuş olmanın sevincinden yaşadığınız olayı unutup gidiyorsunuz. Böylece sizi ferahlatan esinti yele karışıp gidiyor. Size de sadece keyfi kalıyor.
Halbuki yaşama birazcık dikkat ediyor olsanız sizi ferahlatan esintiyi yakalayacaksınız. Böylece fırtınaları da anlayacaksınız, diyorum, Yasemin'ce...
Paylaş