BURÇLARA, yıldızların insanlar üzerindeki etkilerine inananlar da var.
İnanmasa da astrolojiyi eğlenceli bulanlar da... Belki de “burç meselesi”nin her dem popüler olması, iletişimsel balans ayarıyla da ilgili. Bir insana yekten “Sen güvenilmez, iki yüzlü, kararsız, dedikoducusun” filan demek başka. “Hava grubu, ikizler burcu insanı çift karakterli, kararsız, güvenilmez olur” diyerek, meseleyi kişiselleştirmeden dokundurmak başka. * * * Burçların kuvvetli bir cazibesi de, insanın kendisini, durumunu bir başka gözle, dışarıdan duymaya olan hevesidir belki. Karakter testleri, fallar da insanı önce bu yönüyle yakalar. Fala bakan “Yüreğin kabarmış, çok sıkılmışsın” dediğinde hafif bir iççekiş eşliğinde, onay veren bir baş hareketi yapmamamız neredeyse olanaksızdır. Ve fala bakan “Yüreğin kabarmış, çok sıkılmışsın” dediği an rahatlar sanki biraz yürek: “Beni anlayan var...” * * * Hepsi insanın içişleri ile yakından ilgili. Uğurlu taşı, sayısı olan da var, lisede parke taşların çizgilerine basmazsa sevgiliye kavuşacağına inanan da... Çünkü hemen her insanın “geçinebildiği masal”lar, inanışlar, yanılsamalar, kendi kendine yarattığı illüzyonlar var. * * * Onun için, deliyiz biz. Eğer, Einstein’dan mülhem, “delilik aynı şeyi tekrar tekrar yapıp, farklı sonuç beklemekse”... Hepimiz bazen, hepimiz biraz deliyiz. Kişiliğimizin başköşesine kurulan “benlik beyi”ni yedirip-içirmiyor muyuz çoğu kez, aynı masalarda/masallarda. Yaşadığımız hayatı değiştiremeyip, yaşadığımız hayatın bize yansımalarını bazen yalanlarımızla, -bazen daha masumu- yanılsamalarımızla rötuşlamıyor muyuz. Yanılgı diye bir şey var ama “sanılgı” diye bir kelime yok değil mi? Oysa olmalı şu andan itibaren. “Sanı”dan kaynaklanan koskoca hayat tasavvurları varsa... Sanılgı da var. Yanılsama, sanırım brütü gerçeklerin. Darası, kabıyla birlikte...