Bazılarının da ölümü ihtiyarlamıyor hiç bellekte... Altı yıl olmuş, Kazım Koyuncu hayata veda edeli. 25 Haziran 2005... Ama dün gibi geliyor bana. Yüzü, şarkıları, türküleri henüz anı olamayacak kadar taze belleğimde. ¡ ¡ ¡ Şarkılarını “bir sevgi yaratmak ya da varolan sevgiyi büyütmek” için söylediğini anlatıyordu, bir röportajında. Şu hırçın coğrafyada... Başardı da. Çok kişinin sevdasına denk düştü, şarkıları, türküleri... Karadeniz türküsünü sadece “Ha uşak ha” kemençeden ibaret sayan, kıyıyı sadece Ege, Akdeniz diye tanıyan/tanımlayan bir çok insanı o götürdü başka “sevda”lara. Hatta o sevdanın başka diline, Lazca’ya... ¡ ¡ ¡ Kanser erken yakaladı, hızlı sardı... Kemoterapi önce saçlarını yok etti, sakallarını. Ama gülümsemesini asla. “Ha konser, ha kanser” dedi gülümseyerek, söyledi türkülerini. Hep aydınlıktı yüzü. Hep tebessümde... Edip Cansever, “Senin yüzünde gülmek var /Bakınca bir yaşama ordusu çıkıyor aydınlığa” der ya. İşte aynen öyle... ¡ ¡ ¡ “Anılar düştü peşime uyumaz oldum Düşlerim vardı yamacına Varamaz oldum Rüzgarla yarışırken koşamaz oldum Düze çıkmaz yollarım inemez oldum...” Giderayak, “Hayatım ve sağlığım nere giderse gitsin daha da gıcık, illet, muhalif, deli olmaya devam edeceğim” demiş. Öleceğini bilerek söyledi, son demlerinde türküsünü: “Yüksek dağın kuşuyum da Selviye konacağım...” Kondu, selviye. ¡ ¡ ¡ Bize de, yine bir türkü kaldı.