HATIRALARINI da önce istifler, sonra örgütler bazen insan.
“Yanılsama”nın hevesle beklediği hayallerinin ayarını kaçırırken, hatıralarının ayarını da yapabilir yeniden. Özellikle, Edip Cansever’in Tomris Uyar’a doğumgününde hediye ettiği şiirdeki gibiyse bazı hatıralar: “Duvarlara fotoğraf falan asma /ve konsol ve ayna çerçevelerine, hele aile resimlerini hiç mi hiç, /baktıkça renksizliğe dönüşüveriyor, olmayan bu zaman parçaları -sen ne dersen de-” Hatıralarını bazısını solan fotoğraflarda bırakır, bazısını rötuşlar yeniden... Ki, “albüm”üne yıllar sonra yine bakabilsin. Bazı hatıralarını, masal gibi anlatabilsin. Murathan Mungan’ın, Lal Masallar’da kahramanına “Anlatsam inanmazlar oğul, masal derler; masala inanmazlar, masalı yalnızca dinlerler, sanki hakikati bilirmiş gibi, sanki hakikatin sırrına ermiş gibi, masala inanmayan gerçeğe inanır mı?” dedirtmesi, boşuna değildir.
Hemen her insanın “geçinebildiği masal”lar, yanılsamalar bunlar. Hatta bazen peşine düştüğü... Kendi yarattığı bir illüzyon olduğunu sezse de, kaç insan karşı koyar mesela aşka. Hem, karşı koyanlar mı makbuldür bu meselde, “ayaklanıp” gidenler mi... Ve yaşam, yanılsama ise öyle ya da böyle, şu zaman ya da bu zaman. Dün ya da yarın... İnsan yaşadıklarından mı pişmanlık duymalı abiler-ablalar, yoksa yaşamadıklarından mı... Yaşadıkları karşısındaki duyduğu pişmanlık mı daha çaresizdir, yoksa hiç yaşamadıkları mı? Ne desem, “yanılsama”.
Tabi ki, deliyiz biz. Eğer, Einstein’dan mülhem, “delilik aynı şeyi tekrar tekrar yapıp, farklı sonuç beklemekse”... Kişiliğimizin başköşesine kurulan “benlik beyi”ni yedirip-içirmiyor muyuz çoğu kez, aynı masalarda/masallarda. Yaşadığımız hayatı değiştiremeyip, yaşadığımız hayatın bize yansımalarını bazen yalanlarımızla, -bazen daha masumu- yanılsamalarımızla değiştirmiyor muyuz. Yanılgı diye bir şey var ama “sanılgı” diye bir kelime yok değil mi? Oysa olmalı şu andan itibaren. “Sanı”dan kaynaklanan koskoca hayat tasavvurları varsa... Yanılsama, sanırım brütü gerçeklerin. Darası, kabıyla birlikte...