Hayvanlar ise insani (insan gibi) yanılmaları yaşayamıyor pek.
Çünkü içgüdüleriyle, türler/sürüler içinde aktarılan yaşama kalıplarıyla hareket ediyorlar.
Felsefe Profesörü Nermi Uygur’un şu sözlerini hatırlıyorum tam bu noktada:
"Hayvan, evrim çizgisinde insana ne denli yaklaşırsa, yani gelişmece ne denli yükselirse, o denli yanılmalara açık bir canlı varlık olarak ortaya çıkar".
Uygur’un bu sözleri, "yanlış yapma kaygısıyla, hiçbir şey yapmamak" hastalığına karşı altın bir draje aslında.
Bu hastalık en "vaka" örneklerini ise, büyük kentlerde sokağa çıkarıyor.
Hem de, "ahlak felsefesi"ne konu olabilecek tutum-davranış kalıpları ile...
* * *
"Umumi" yerlerde yüksek sesle gülmemek.
Bir kadının sokakta sigara içmemesi.
"Umuma açık" yerde bir buse kondurulmaması yare.
Saygısızlık olur, "asilik" gibi görülür diye, hakkını aramamak.
Ve daha nice kural, "sözleşmeci" bir ahlakın hükümlerini asıyor kent duvarlarına.
Örneğin gül ama şöyle hafiften ve elini ağzına örtüp tebessümünü bile gizle.
Sözleşmeci ahlak ve yanılma korkusunun kentlide yarattığı güdü, doğuştan yerleştirildiği için farklı bir "içgüdü"ye dönüşüyor sanki.
Ve yanılmadan yaşamaya çalışıyoruz.
Teşbihte hata olmaz; içgüdüleriyle, sürü halinde yaşadıkları için pek insana benzer yanılmalar göstermeyen canlılar gibi.
* * *
Ve "sözleşme"ler birbirini kovalıyor...
İnsanları ana yanlışın şemsiyesinde toplayan "doğru" hükümlerin yazıtına, kelime bile olmuyor hayatlar.
Ve bu tür "doğru"lardan çektiğini, yanlışlar(ın)dan bile çekmiyor insan.
"Yanlışın suç ya da günah sayıldığı yerde yaşama-alanı soluk alıp verilmeyecek kertede daralır".
Yanılmanın olmadığı bir hayatta, yeniye açılan pencereler de dardır ya da örtülüdür.
(Alaca)karanlık olur yaşam.
İşte o alacakaranlıkta, "yeni"yi sürekli yanlışlamaya çalışır "sözleşme"lere imza koyanlar.
Yanlışı yüceltmek değil, fobi olmasını önlemek gerek.
Çünkü "taşra"dan kente göçen/geçen, en vahim hastalıklardan birisi, konserve zihinler.
Ki, Uygur’un da vurguladığı gibi, "Turfanda doğrular çoğu kez yanlış diye damgalanırlar".