ŞAİR Cemal Süreya yirmili yıllarda Eskişehir Vergi Dairesi’nde başlamış memurluğa.
Orada aşık olmuş. O dönemde yazdığı şiirlerini kitaplaştırdığında adını Üvercinka koymuş. Şöyle anlatmış “üvercinka”nın neliğini: “Anılması güvercinle karışık bir ad. Bir kadın adı. Barışa, aşka dönük bir kavram...” Sonra Ankara’ya geldiğinde 1960’lı yıllarda her sabah Kızılay’a Ahmed Arif ile yürürmüş. Bazen Karanfil Sokak’ta mola vererek, yalnızlığı çoğaltırlarmış. Bütün hüzünleri dener kendinde. Bir bir dener de, yeni sözler bulur sevgiliyi görmeyeli. Mırıldanır, o şehrin alınması bahasına: “Biliyorsun, ben hangi şehirdeysem Yalnızlığın başkenti orası.”
Süreya 22 yıl önce bugünlerde, 9 Ocak’ta ayrıldı dünyadan. “Keder basınca bilhassa hatırlıyor” onu, insan. Ki bir şehri, bir kadını ve şehirle aşkı bir araya getiren o “an”ı tanımak için mutlaka şiirin izini sürmeli insan. Süreya’nın her şiirinde şehir, her dizesinde sokaklar, caddeler, bahçeler, kapı araları vardır. Kapı aralığında sevgiliyi soluğundan öper, sonra caddelere çıkar, kaynağından öper... Trenleri bir başına arşınlayan yalnız adamdır. Bir çiçek görür trenin penceresinden, alır bağrına basar; “Bastım ki, yalnızlığımmış”... Sokaktaki insanın gözlerinde yitirdiği iki şeye dalmıştır sanki: “Arada bir barış, arada bir gökyüzü...”
Metin Altıok Süreya’yı “Ankara Prensi” olarak tanımlar dizelerinde. Ahmet Telli’nin ise şehre sitem eter. Ve siteminde hem sokak, hem rakı, hem Süreya vardır: “Posta Caddesi, Taşhan, Karpiç ve diğerleri Ama artık meyhaneler kalmadı Ankara’da Belki bundandı Cemal Süreya’nın Kızılay’da Huzursuz bir zürafa gibi dolaşması.”
Madem önümüz kış, bir süre daha... Şairin önerisiyle koyalım biz de noktayı: “Kırmızı bir atkı al sade, yalnızlığını saklar. Edip Cansever okuma bu kış ruhunu sakatlar...’’