İNSANOĞLU senede bir günü de kendisi dışındaki canlılara, hayvanlara ayırmış.
Ve Dünya Hayvanları Koruma Günü ilan etmiş, 4 Ekim’i... Ama bana Dünya Hayvan Hakları Günü kavramlaştırması, daha uygun geliyor. Çünkü aslolan insanların dışındaki canlıların da “haklarının” olduğu kabul etmek. Ve toplumsal hukuk sisteminde bu “hak”kı her yönüyle kayda almak. Ki hayvanları korumak, sadece hayvanseverlerin “şefkat”i ile değil, bir “hak” olarak da toplumsal yaşamın olağan gerekleri arasında yerini alsın. Merhamete dayalı, sadece etik bir refleks değil, bir “hukuk meselesi” olarak da... * * * Bu yaklaşım, başımızın bitmeyen belası “ayırımcılık” açısından da gerekli bir adım. Ve “İnsan haklarını hallettik de, hayvan hakları kaldı...” gibilerinden küçümsenmemeli, ötelenmemeli hiç. Çünkü canlıları “bizden biri /bizim gibi” gibi görmemek, insanları da “bizim gibi olan” ve “olmayan” biçiminde ayırmanın ilk(el) reflekslerindendir. Etik felsefesi Profesörü Raimond Gaita, “Filozofun Köpeği” kitabında şöyle yazar: “Nasıl ırka, renge göre davranmak bir ırkçılık suçu ya da cinsiyete göre davranmak cins ayırımcılığı suçuysa, bir canlıya yalnızca onun bir köpek olduğu gerçeğiyle kötü davranmak da bir tür ayırımcılığı suçudur.” Ki, tarihte hemen tüm katliamların, zulümlerin altında, “biz” ve “onlar” ayırımının özenle örgütlenmiş ve doğası gereği “sapıtmış”, hatta toplumsal cinnete dönüşmüş biçimleri yatar. * * * Televizyonlarda artarda iki ayrı olay izledik geçenlerde. Şanlıurfa’da motosikletli iki manyak, zincirinden tuttukları bir köpeği de peşlerinden sürüklüyor. Kahkahalarla... Köpeğin ayakları kan içinde, dili dışarıda ayakta kalmaya çalışıyor. Diğerinde tablo yerini, bu kez otomobilin açık camından uzanarak tuttuğu köpeği sürükleyen başka bir manyağa bırakıyor. İşte bu fotoğraflar, meselenin vicdana, merhamete bırakılamayacağının binlerce kanıtından sadece ikisi. Dünya Hayvan Hakları Günü’nde, sevgi pencereniz herkese, her canlıya açık olsun.