Paylaş
ÜÇ gündür dizilerle ilgili heyheylenmeleri -ben de kısmen heyheylenerek- yazıyorum, bitiremedim.
Bitiremedim çünkü, sanat, sanatsal yaratı, düşünce, ifade özgürlüğünün en çerçeveye gelmez resmi...
O nedenle onu çerçevelemeye, çerçeveye almaya çalışmak, hem yanlıştır, hem de çoğu kez beyhudedir.
Darbeyi yaparsınız, toplatır, imha edersiniz onca kitabı, biri el yazısıyla yazdığı metni fotokopi ile fanzinler, kulaktan kulağa tirajına şaşar kalırsınız.
12 Eylül darbesinin ardından çıkar Edip Cansever, “Baylar! /(...) Karşınızda eylülün sesi /Ağustos çekildi, eylülün sesi /birazdan konuşacak /Bu dünyada yaşamak can sıkıcı bir şeydir baylar” der, ne demeye getirdiğini idrak etseniz de imha edemezsiniz.
* * *
Dizilere yönelik gözde eleştirilerden birisi de, çoluk çocuğa verdikleri zarar. Hani hep denir ya, “Dizi kahramanları çocuklar için kötü örnek, model oluyor”.
Sanırsınız ki, 100 çocuğu toplayıp “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorsak, yarısı Muhteşem Yüzyılzede “Padişah olup harem kuracağım” diyecek...
Diğer yarısı da, “Cinayet Masası’nda komiser olacağım, küfredip, rakı içip, adam döveceğim” yanıtını verecek.
Misal... Behzat Ç. çoluğa-çocuğa zararlıysa, zaten tedbiri yeterinden beter alınmıştır.
İlk sezonda 20.00’de yayınlanmaya başlayan dizi; sonra 22.00’ye, şimdi de 23.00’e atılmıştır...
Eğer anasını-babasını uyutup, gece 23.00’de Bambili pijamasıyla elinde bira Behzat Ç. seyreden çocuklar varsa, dizinin, küfürü, argosu da biplenmektedir.
Erdal Beşikçioğlu’nun dediği gibi, çocuklar küfürü o diziden öğreniyorsa, “bip, bip” diye küfredeceklerdir zaten. Ne güzel...
Biraydı, şişeydi, sigaraydı, kandı ketçapdı... Onlar da mozaikleniyor itinayla...
Behzat geçimsiz adam, haremi de yok.
Ve müjdedir dizinin her bölümünde hop oturup hop kalkanlara; dizinin son sezonudur. Onlar az içer, biz de az biçersek finali kazasız-belasız gelecektir muhtemelen.
Düşünce, ifade, yaratı özgürlüğüne inanıyorsanız, inanmasanız da katlanmanız gerektiğini söylüyorsa süper egonuz, birileri yaratacaktır, birileri izleyecektir...
Siz izlemezsiniz, olup biter.
* * *
Son olarak, bir diziyi, bir filmi, sanatsal bir yaratıyı eleştireceksiniz, az biraz mevzuya da vakıf olun ki, eleştirinizin “omuz atma”dan farklı bir kıratı olsun.
Ki, bazen o mevzuya vakıf olmak bile yeterli olmaz.
Fazıl Say müziğe, şu aralar yazıp-çizen-söylenen hemen herkesten çok daha vakıftır mesela. Bu tartışılmaz.
Ama arabeski, o müziği sevenleri “vatan hainliği” olarak nitelendirdiği anda, -demek ki- vakıf olamadığı çok önemli alanlar, bilgiler, hatta insanlık halleri bulunduğunu da tez elden itiraf etmiş olur.
Özür, açıklama babından yazı yazar, bu kez egosu izin vermez “düzeltmeye”...
Bir beğeni ya da beğenisizliği, bir kültürü hatta -sizce- kültürsüzlüğü, vatan hainliği ile etiketlediğinizde, yer alacağınız sahne -alkış alsanız bilse-, düşünce,
ifade, yaratı özgürlüğü ve “sanat” ile aynı safta olamaz.
Hatta sanatı(nızı) bile, toplum mühendisliği, elitizm, seçkinci otoriter kültürün araçları arasına katabilir.
Bahçeye hep kendi terasınızdan, yukarıdan bakarsanız, çimlerin arasındaki bahçeyi, saksı değil bahçe yapan eğrelti otlarını da, dört yapraklı yoncayı da seçemezsiniz.
Vazonuzda orkidelerle başbaşa kalırsınız.
Paylaş