Paylaş
Başardı da. Çok kişinin sevdasına, umuduna, hasretine denk düştü, şarkıları, türküleri...
Karadeniz türküsünü sadece “Ha uşak ha” kemençeden ibaret sayan, kıyıyı sadece Ege, Akdeniz diye tanıyan/tanımlayan bir çok insanı o götürdü başka “sevda”lara.
Hatta o sevdanın başka diline, Lazca’ya...
Bize, “Biz dünyayı biraz da böyle adamlar sayesinde seviyoruz”, dedirtti.
* * *
“Bütün dünyanın, bütün toprakları hepimizindir. Bütün şarkılar, dünyadaki tüm insanlarındır. Müzikle değil ama hayatla meselem var. Sahne hayat saldırısını en fazla hissettiğim ama her şeye rağmen en güvendiğim yer” dedi, söyledi.
Giderayak, “Hayatım ve sağlığım nere giderse gitsin daha da gıcık, illet, muhalif, deli olmaya, yaramazlığa devam edeceğim. Bizde duygular da radikal” dedi, -müziğiyle, duruşuyla- söyledi.
“Hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlara, ateş hırsızlarına, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara”, kenarda-dışarda kalanlara söyledi şarkılarını...
* * *
Denizin çocuğuydu; o coğrafyayı müziğe en iyi “tercüme” eden tulumu, kemençeyi çok önemsedi ama trompeti, klarneti de sevdi:
“Şunu anladım ki önemli olan ses. O sesleri çıkarmak için de çok temiz düşünmek, güzel rüyalar görmek lazım...”
Hüzünlü ama aydınlık yüzünden tebessümü de eksik etmedi.
Kanser erken yakaladı, hızlı sardı... Kemoterapi önce saçlarını yok etti, sakallarını.
Ama “şair ceketi”yle gülümsemesini asla.
“Ha konser, ha kanser” dedi gülümseyerek, söyledi türkülerini.
Edip Cansever, “Senin yüzünde gülmek var /Bakınca bir yaşama ordusu çıkıyor aydınlığa” der ya.
İşte aynen öyle...
Paylaş