Telaş ve incelikler

"YAŞAMAK değil, beni bu telaş öldürecek" demiş ya, Özdemir Asaf.

Haberin Devamı

Aslında zaman baskısı, telaş incelikleri öldürüyor.

Mesela telefon konuşmaları...

Bilmem dikkatinizi çekti mi.

Artık telefon konuşmasını sonlandırmada yeni bir trend var.

Konuşmanın finalini getirmenin moda cümlesi "sağol".

Aslınca cümle değil, artarda ve hızla yinelenen ve 5-10 kez yinelendikçe harfleri yutulan bir tekerleme:

"Sağol, sağol, saol, saol, saol, sal, sal, savul..."

Tercümesi, "Çok işim var, hadi git/hadi kaçayım", hatta sağol yerine "geber" tonu neredeyse.

Dikkat ediyorum.

Bu "moda" hızla yayılırken, işi olsun-olmasın "sağol/savul"u her konuşmasının finaline tirat olarak yerleştirenler de az değil.

* * *

Caddeler, sokaklar da öyle.

Cihangir'deki ironi yüklü ismiyle Pürtelaş Sokaklar sarmış heryeri.

Haberin Devamı

Telaş içten bir "Merhaba"nın, selamlaşmanın, kuvvetle tokalaşmanın, ayaküstü hasbihalin de katili sanki.

Yürürken birbirini ezmenin, itiş-kakış inişlerin binişlerin, çıkışların da müsebbibi.

* * *

Ya da kamuda, yahut bir işyerinde karşılaşılan o künt soru:

"Ne vardı?"

Öyle bir tonlama ki...

Sanki "Bana öyle kısa bir cümleyle anlat ki derdini, o saliselik konuşman anında di'li geçmişte kalsın".

* * *

Tamam, zamanı kıymetli olsa bu toplumun, anlarım.

Aynı toplum (topluluk) değil mi, budanan bir ağacı, kazılan bir çukuru, hafifçe tokuşan iki arabayı saatlerce kıpırdamadan seyreden.

Bazen işyerinde örgü, bulmaca mesai öldüren.

Romanlarımız, Yenişehir'de Bir Öğle Vakti uzun bir ağaç muhabbeti ile başlamaz mı.

Ya da Yaşar Kemal'in Al Gözüm Seyreyle Salih...

Durma zaman öldüren insanların, yersiz/gereksiz telaşı ironik değil mi?

Neyse, uzun oldu galiba yazı.

Sağolun, sağolun, saolun, saol, sao...

Yazarın Tüm Yazıları