Bellek, gereksiz, hatta komik ne çok şeyi saklıyor çekmecelerinde. Mesela İngiltere Kralı Sekizinci Henry ile ilgili aktardığım, çocukken hafızama nakşedilmiş bu şarkı. Kralın hayatını anlatan The Tudors dizisine denk geldikçe, bu tekerleme yerleşiyor fon müziği yerine. Ve belleğim, bir tarihi rafından indirip servise koyuyor bu kez. Kral Henry’nin bir dönem en yakını, akıl danışmanı olan İngiliz devlet adamı, düşünür-yazar Thomas More’u 475 yıl önce bugün idam ettirmesi. Biat etmeyi reddettiği, düşüncelerinden taviz vermediği için, başı kesilerek... * * * Belleğimin koridorlarında -istem dışı- dolaşırken, More’un Utopia’sı karşıma çıkıyor bu kez. Utopia’nın, o hayali ada ülkesinin kurallarından birisini hatırlıyorum: “ Her şeyin mülkiyeti ortaktır. Konutlar, on yılda bir çekilen kurayla değişilir ve herkes yeni evlerine taşınır...” * * * Ve dur-durak bilmeyen düşüncelerim, “kentsel yaşam” ile ilgili çoğu kez pas geçilen bir ikilemi koyuyor önüme: Uzun süre hatta bazen ömür boyu, “aynı evde yaşamak ya da yaşamamak”... “İşte bütün mesele” diyemem elbette. Ama, tüm yaşamı aynı evde geçirmek, o evi sahiplenmek mi zenginleştirir insanı, düşüncelerini, hayallerini... Yoksa, “ev seyyahı” olmak mı, diye sorabilirim. * * * İlki sanki aynı hatıranın, aynı odalarda, aynı duvarlarla çevrilerek, evdeki “yaşlanan hafıza nesneleri”nin süregen temasıyla derinleştirilmesidir belki. Geçmişe oranla “evhali” iyiye gidiyorsa, mutfağa camla çevrilen balkonla bir kiler eklenmesi, salona klima takılması ve spot ışıklarla “modernize” edilmesi, banyo küvetinin jakuzileştirilmesi. Yok, soluyorsa artık ev, eli günden güne daralıyorsa evsahibinin, “nostalji”nin belki her gün kendini yeniden üretmesi... * * * İkincisi ise, her “yeni ev” ile iyi ya da kötü ama “yeni” hatıraların, farklı alışkanlıkların birikmesi... Yarın devam etmek istiyorum.