Tanıyorum onları

SIK karşılaşıyorum. Özellikle Eskişehir Yolu’nda...

Geçenlerde de yaşadım aynı sorunu.
Trafik yoğun, tüm şeritler dolu. Arkadan bir ambulans sireni duyuluyor.
Dikiz aynasından bakıyorum. Işığıyla, sireniyle çırpınıyor gerilerde...
Ama geçebileceği bir boşluk, gideceği bir yol yok.
Yol da yok, yol veren de...

Bir trafik polisi aracı da çırpınışa katılıyor.
Gayet zarif bir dille ambulansa yol verilmesi için sürekli anons yapıyorlar.
Yolu tıkayan otomobilleri plakalarıyla uyarıyorlar.
Ve aralanıyor trafik.
Ambulans ilerliyor aralardan.
Ancak bazı sürücüler ambulansdan da atik.
Kimi ambulansın önüne geçip trafiği yarma ihtirasında.
Öncü eskort edasıyla klaksona dayanıyor.
Kimi ise ambulansın arkasına yapışmış.
Ambulans için açılan koridordan geçme derdinde.
Trafik polisi onları da uyarıyor ama artık dalmışlar açılan koridora. Ayakları gazda...

O arabaların direksiyonunda oturanları biliyorum.
O tipolojiyi tanıyorum, kentin değişik manzaralarından.
Yaptıkları sadece trafikte tehlike yaratmak, ambulansı zora sokmakla mı sınırlı?
Hayır. Sorun çok daha derinde.
Sıradışı bir durumdan bencilce yararlanma refleksi...
Ambulansın içinde ölümden kaçmaya, yaşama yeniden, bir yerinden tutunmaya çalışan bir insan mı var?
O an nefes mi alamıyor. Kalbi mi durdu.
Ne gam...

Başkalarının yaşamını zorlaştırarak, hatta yaşamına rağmen aradan sıyrılma çabası öncelikle insani bir sorun.
Ama bunun giderek toplu bir eğilim haline girmesi, toplumsal bir erozyonu da yerleştiriyor yaşantımıza.
Tanıyorum onları.
Trafikte yayaları hiçe sayarak kırmızıda geçen de o.
Ambulansı bir fırsat olarak gören de...
Yazarın Tüm Yazıları