BAŞKA bir şey ararken, Daniel DeFoe’nun 280 yıl önce 24 Nisan’da öldüğü çarptı gözüme.
Hayalin, çaresizliğin ve “kısmi” yalnızlığın adasının İngiliz yazarı... Ya da seçmediği insanlarla, bir “ada”yı, “hayat”ı paylaşmak zorunda kalan Robinson Crusoe’nun yaratıcısı. * * * İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde 389 numaradaki “Robinson Crusoe 389” ne zaman uğrasam aklımdan, “çağdaş Robinsonlar” geçer. Üç yüz yıldan fazla zaman geçti romanın üzerinden. Ama Robinson’lar hala sokaklarda... * * * Belki insanları öylesi yalnızlığa, “seçmedikleri” kalabalıklar sürüyor. Belki seçmedikleri, tercih etmedikleri insanlarla yaşama konusundaki isteksizliği, küntlüğü, yeteneksizliği... Yani var bir medeniyetsizlik. Ki, biliyoruz kalabalığın içinde yaşanan yalnızlığın üretici olmadığını. Bazen pür yalnızlık gerektiğini. Bazen yalnızlığı, en yakın iki kişinin bölüşmesi gerektiğini de... Ama olmuyor. Kendi dünyamızdaki, evrenimizdeki tek yıldız tv ekranının ışığı. Robinson’un Samanyolu bile değil. Tek hikaye o kutunun dikdörtgeninde yaşanlar. ...gündüz insan, gece görüntü kalabalığı. Bazen “Tom Hanks”li çağdaş Robinson denemesi. Ve eşliğinde bazen, Robinson benzeri tütün kesesi... * * * Geçiyor yıllar. Günleri, ayları, yılları duvara çizerek, birbirine iliştirmeye çalışan ama farklı bir resim ortaya çıkarmayan “ada takvimi” gibi. Robinson işte... Ufka bakıp bakıp iç geçiren. * * * Belki de yanlış yöne bakıyoruz. Ama geçiyor zaman. Pes mi ettik, uyuştu mu dilimiz. “Yazık oldu bize” mi demeliyiz, yoksa “Tüh, yazıklar olsun” mu kendimize.