GENÇ, başarılı muhabirimiz Gamze Kolcu’nun bugün sürmanşetimizdeki haberi, psikolojimizin ne kadar bozulduğunu ortaya koyuyor.
Prof. Dr. Cengiz Kılıç, her beş kişiden birisinin ruhsal açıdan rahatsız olduğunu belirtiyor. Ama daha ötesi ya da vahimi, 100 hastadan sadece 15’inin psikolojik yardım alması. Kimi kendince “etiketlenmemek” için gitmiyor hekime. Kimi çeşitli nedenlerle hekime ulaşamıyor. Bazısı da, kendisinde bulunan yükseklik korkusu, klostrofobi gibi rahatsızlıkları, “huy”u, kişisel özelliği sanarak, o korkuyla yaşamaya çalışıyor.
Belki de bu nedenle, kınından çekilmiş eğri kılıç, namluda paslı kurşun gibi gezen silüetlerle karşılaşıyoruz her an. Bazen sokakta, kuyrukta, taşıtlarda, bazen futbol sahasında, bazen parti koltuğunda...
Francis Ford Coppola’nın Rumble Fish (Siyam Balığı) filmini hatırlıyorum. Film siyah-beyazdı. Sadece, öfkeyi, kavgayı simgeleyen ve akvaryumunda kendisinden başka hiç bir türdeşine yaşam şansı tanımak istemeyen Siyam Balığı, kan kırmızısıydı. Filmde, öfkenin, kavganın sembolü olan kırmızı Siyam Balığı’nın dışında, hayatı tümüyle siyah-beyaz gören bir insan anlatılıyordu. İnsanın “vahşi” doğasında nelerin saklı olduğu... İçimizdeki “öteki” insan, aktarılıyordu perdeye.
Elbette sadece öfkeyle dışavurmuyor ruhsal rahatsızlık. Borderline ya da “sınır kişilik”, çağımızın hastalığı. Aslında bir “kent hastalığı” demek yanlış değil. Psikiyatristler çarpıcı belirtilerini şöyle sıralıyor: Sürekli duygusal çelişki yaşamak. Birini severken bir anda nefret etmek, sakin dururken birden sinirlenmek. Aşırı sevgi ihtiyacı. Yoğun yalnızlık ve terkedilme korkusu. Dengesiz davranışlar nedeniyle sosyal iletişim kuramamak. Kronik boşluk duygusu. Paranoya, insanlara güvenmeme.
Ve paronaya, kentlerde hayali düşmanlar yaratıyor insanlara. Atışlı tatbikatlarda, “hayali düşman” vardır ya. “Hedef” belirlenir, tüm radarlar “hayali düşman”a kilitlenir ve ardından başlar füze yağmuru... “Hayali düşman”, kent hayatının en hayati tehlikesi. Kimi şoföre düşman, kimi müşteriye, kimi uzun saçlıya. Bazısı hayvansevere öfkeleniyor, başkası simitçiye, o ise zabıtaya. Önce içi daralıyor, sonra dünyası... Dar yaşıyor kenti, hayatı. “İşten-eve, evden-işe”, oradan da depresyona, öfkeye, düşmanlığa... Ve hep birlikte bozuluyor psikolojimiz.