“SENİN şehrinin sabahlarında martılarla paylaşılan simitler bile yok, sığamam demiştin...”
Ne zaman bir simitçi geçse sokaktan, ne zaman özlesem İstanbul’u Fersan Önder’in dizelerini anımsarım. Ama bugün şiiri, simitçi getirdi. * * * O, beş yıldır Dışkapı Hastanesi’nin önünde. Ayazı sıcağıyla bin 500 gün... Simit satıyor, Bedri Bademci. Beklemek, öyle beklemek zordur da, beş yıl her gün geçim için bekleyip “günü kurtarmak” daha başka. Ötesi, hastanede her gün başka “bekleyenler”e, kuytulara sokulup da derman arayanlara tanık olmak da var. Bademci, bunu hissetmiş, düşünmüş ve tezgahının ardına bir kitaplık eklemiş. Bekleyenler okusun diye... * * * Simitçiler, ister sabit, ister seyyar kentin farklı, enteresan silüetleridir hep. Bahar, yaz sabahında, açık pencereden odaya dolan sesler uyandırır bazen insanı. İçeri sızan tüm sesler arasında en kızılmazı, belki de simitçidir. Çünkü sesi, simitin kokusunu, susamını da getirir. Yetişir, seslenirseniz pencereden. Sabahı, sıcacık yeni bir güne dönüştürür, ayar yapar hayallerinize... Bazen “Ben sizin sokağın simitçisiyim” dercesine, sesine ton, sedasına nota, kelimelerine aksan verir. “Taze gevrek” de olur güftesi, “fırından akşam simidi” de... Mutlu olursunuz. Bir seyyar nidası değil, nağmedir sokaktan. * * * Ve eğer sabahsa, sıcaksa, yazsa... Simitler mutfak masasında dinlenirken, yüzüne bolca su vurmalı insan. Denizi olmayan kara insanlarının, bir avuç suda mutlu olması gibi... Ve gecesinden, “dünkü” rüyasından, yeni güne uyanmalı. Sonra çay sigarayı getirirse, radyoyu açmalı. (Kaldı mı radyo evinizde?) Erken bir sabah türküsü bulmalı. İçinden dereler, dağlar, yaylalar geçen, çeşmesinde kızlar salınan bir türkü... İkinci bardakta demini almalı, yerleşmeli çay. Tam o an, bir şiirin son dizesine aranan kelime bulunmalı... Ve koridorda, yeni uyanmış yarin adımları salınmalı. * * * Sonra simitçinin sesi, çayın sıcağı, türküleri ile başka bir gün başlamalı. Başka bir kendimizle, sokağa çıkmalı... O an ne martılar uzakta, ne denizler.