“Bir sen eksiktin” diye attık başlığı... “Düğün terörü” Kırıkkale’de, Kalecik’teki iki düğünde bir çocuğun canına mal olmuştu... Biri ağır üç kişinin de yaralanmasına. O mutlu gününde damat da şakağından aldı nasibini... Şimdi yaşam savaşı veriyor. Aynı gün Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde de düğün magandaları iki kişiyi yaraladı. Neymiş, kutlama!
Her gün bir çok cana “adres sormadan” değen kurşunların acısı yürek yakarken, bir de düğün magandaları... Kurşunların her gün can aldığı bir ülkede, mutluluk kurşunla kutlanır mı? Mutluluğa kurşun sıkılır mı...
Düğün-maç terörü yılda bine yakın insanın canına mal oluyor. Bireysel silahlanma ve bunun “düğün terörü” olarak insanların en mutlu günlerine yansımasının “bir günlük” acı sonuçları dün sürmanşetimizdeydi... Yarın da olacak. “At-avrat-silah” üçgeninde gürültü çıkarmak, marifet sayıldıkça. O marifet, her gün “avrat”a da sıktırmıyor mu kurşunu...
Düğünlerdeki “terör” tüm karşı kampanyalara karşı artıyor. Örneğin Nazire Dedeman. Kurduğu Umut Vakfı ile 18 yıldır silaha karşı mücadele veriyor. Oğlu da silah kurbanı... Silah edinmenin nedenlerini sıralıyor: Kontrol edilemeyen ilkel güdü. Toplumda rağbet görme isteği. Erkeklik, güç simgesi. Topluma ve kendine güvensizlik. Geri kalmış alt kültür. Korku ve savunma güdüsü. Yanlış eğitim. Moda. Suç işlemek.
Edinilen silahların bir kısmı “kutlama” adına çıkıyor kılıfından. Berkowitz’in yaptığı deney, insanların masanın üstünde silahı gördükleri andan itibaren olağan durumlarından daha saldırgan olduğunu kanıtlıyor. Sadece görmekle bile... Silah atımı törenlerinde de bu saldırgan güdü var. Namus cinayetlerinin de daha çok “silah atılan toplumlarda” görüldüğünü belgeliyor araştırmalar. Kadınlar ve çocuklar, erkeklerin edindiği silahların gölgesinde yaşıyor. Düğün terörü kurbanlarına bakın. Büyük çoğunluğu kadın ve çocuk...
Sonra yakalıyorlar magandayı. “Ama ben havaya sıktım...” diyor, sanki havaya sıkmak hakkı, hukukuymuş gibi. Daha çok sıkarız. Tüm aileyi, sevgiliyi, bacıyı, eşi öldürüp, sonra o sıkılası kafamıza da sıkarız.