ATTİLA İlhan, altı yıl önce 11 Ekim’de ayrıldı hayattan.
“An gelir Attila İlhan ölür” demişti, öldü 80 yaşında... Ölümünü, “Elde var hüzün” başlığıyla duyurdu bazı gazeteler. Ama ben onu, son döneminde biraz yaşlanan belki onun için daha da derine inebilen sevda dizeleriyle hatırlıyorum.
Şubat 2001’de Sevgililer Günü’nü yeni kitabı, “Kimi Sevsem Sensin” ile karşılamıştı: “Kimi sevsem sensin /hayret /sevgin hepsini nasıl değiştiriyor gözleri maviyken yaprak yeşili /senin sesinle konuşuyor elbet kimi sevsem sensin /hayret /senden nedense vazgeçilmiyor herşeyi terkettim /ne aşk ne şehvet sarışın başladığım esmer bitiyor.” İlhan 76 yaşındaydı, sanki bir “bilanço” niteliği de taşıyan bu dizeleri yayınladığında... “Sevmek için geç ölmek için erken” diyordu, itiraf gibi bir dizesinde.
Yıllar akıp giderken, unutulmayacak günler hatta aylar deler bazen insanı içine çeken unutuş girdabını. Hafızanın çırpındığı koyu karanlıkta, o delikten incecik bir ışık sızar insanın içerlerine... Kayan bir yıldız gibi, kopar gelir karanlığın içinden. Çakar, aydınlatır... Küllenen sevgilerin içinde saklanan “kor”u da bazen çakan bir kıvılcım, “çakan bir şimşek gibi” açığa çıkarır. Aydınlanır insanın içi bir an: “Aydınlık neyin oluyor senin /gökyüzü akraban filan mı beni bulur bulmaz gözlerin /şimşek çakıyorum yalan mı...”
Onunla aynı gün ama 26 yıl önce ölen Orson Welles de, “Ben genç olmanın ne demek olduğunu biliyorum fakat sen ihtiyarlığın ne demek olduğunu bilemezsin” diyordu, aynı “gam”dan... Yanılmışlar; bazı şeyler ihtiyarlamıyor.