Adamın biri herşeyin, her görüntünün, her resmin kendisine “seks”i hatırlattığından yakınarak, psikiyatriste gider. Psikiyatrist bir ağaç resmi gösterir, adam “Birbirine sımsıkı sarılmışlar, sevişiyorlar” der. Üç, dört resim daha çıkarır, yine hep “seks” ile ilgili yorumlar alır. Sonunda bir otomobil sileceği fotoğrafı gösterir, “Bunun da seks ile ilgisini kuramaz ya” gibilerinden... Adam sileceklere bakar, “Ohhh, bir o yana, bir bu yana...” diye iç geçirir.
Son, “Dekolte tecavüzü tetikler” abukluğu bir yana... Çıplaklık, resimde, heykelde, sinemada Ankara’nın hemen her dönem gündeme gelen “karın ağrısı” olmuştur. İster soyut, ister gerçekçi sanata konu olsun, baş da ağrıtmıştır. Sinema, “yedinci sanat” olarak zaten pek yok ekranlarda. Kazara bir-iki Avrupa filmi gösterilsin, az-biraz “dekolte” bir sahne olsun, hemen “makas” devrede. Yedinci sanat, TV’lerde de kırpılmış olmuş, “Altı buçuk”...
Protokol geliyor diye heykelleri, nü tabloları bile örten zihniyetten söz ediyorum. Sürülen heykellerden, depoya atılan tablolardan... İnsan teninden, bedeninden arındırılmış/ayıklanmış bir tür “sanat mevzuatı” yerleştiriliyor hayatımıza. Hani biri çıksa, George Orwell’in ünlü 1984’ünde totaliter şefe söylettiği, “Cinsel içgüdünün kökünü kazıyacağız, orgazmı ortadan kaldıracağız” dese, “şaka” gelmeyecek.
Bu koyu atmosfer, ekranlardaki “yasakçı mozaikleme”ler, sanat yapıtlarında, resimde, heykelde de her zaman buluyor yansımasını. Ve otoritenin dışında da, koyu bir özdenetim yaratıyor. Bugün manşetimizde yer alan haber gibi... Pastel, soyut tablolardan ibaret sergiye yönelik “nü ayıklaması”, hazin bir özdenetimin yansıması.