ŞAİRLER tuhaftır değil mi... Hem araştırmalara göre, yazarlardan daha genç ölürler.
Kimi ömrü boyunca sadece şiir yazar, başka iş yapmaz. Öyle geçinemez; parasızlıktan geçinemez, kendiyle geçinemez, hatta şiiriyle geçinemez... Kiminin Orhan Veli gibi “evkafta memuriyeti” vardır ama güzel bir havada istifa eder. Bazısı da önce tiyatro yazarı, gazetecidir, istimi arkadan gelir. Tam 31 yıl önce 21 Haziran’da hayata veda eden Ahmet Muhip Dranas gibi. * * * Az şiir yazmıştır... Ama tadı damakta kalıp, dilden dile dolaşan türden. Onun şiirinde, “afyon ruhu gibi baygın mahalleler” vardır. “Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar, kapanır daha gün batmadan kapılar”... Ve hayalinde tek bir çizgi kalır o mahalleden: “Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye Abla!” * * * “Evi kutu gibi küçücük” bir evdir, sarmaşıklar balkonunu örter. “Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede”, baharla bahçesinde akasyalar açar... Sokakları yazar, anlatır. Sokakta günü, sokakta geceyi... “Sokaktan gelir vehimleri”, “sokakta geçer bayramları”. Der ki, sonra: “Şairi sokak anne büyüttü...” Ve ekler: “Unutuş da sendedir, sokak!” * * * Sokağı haklı çıkarır da şiirleri, kendini bir türlü haklı çıkaramaz. Derdi değildir ki, haklı çıkmak. Haklı çıkma ihtirası zaten şairlerin değil, politikacıların derdidir. Ama onlar unutulur, bazen şairler de unutulur, şiirler, dizeler unutulmaz. O dizeler sayesinde unutulan sokakları hatırlarız biz de... Kendi gidip ismi bile yadigar kalmayan, ismi bile değişen sokakları. “Bulutlara bakıp imrendiğimiz” zamanları, çocukluğumuzu hatırlarız. Bize tutkunun, sevdanın sıvı ve giderken “bulut” halini hatırlatan, “Fahriye Abla”ları... Yaşadığımızı hatırlarız, hala yaşadığımızı...