Paylaş
O yıllarda cep telefonuyla konuşarak yürüyenlerin yoluna, tek tekerlekli bisiklete binen bir palyaço yerleştirmişler.
Deneklerin sadece dörtte biri palyaçoyu fark etmiş.
Diğerleri, yani dörtte üçü “istem dışı körlük” nedeniyle, yolunun ortasındaki bisikletli bir palyaçoyu bile görememiş.
Üstelik artık o yıllardaki gibi cep telefonu sadece konuşma aracı değil. Internete, sosyal medyaya bağlanma, sürekli mesajlaşma-twitleşme filan var.
Aynı deney şimdi yapılsa, döneklerin dörtte biri palyaçonun üstüne çıkar.
* * *
İçe kapanan, kendi dünyasına çekilen, duyularının/duygularının düğmesini kapatan insan, çevresinde olup biteni fark etmeyebilir.
Cep telefonu’nundan çok önce de var olan ama dikkat çeken ve önemli bir rahatsızlık olarak görülen bu içe kapanma, sosyal çekilme durumu, şimdi sıradan sokak manzaraları...
Bu hâlin bazı insanlarda “körleşme”den, ceple uğraşırken dış seslere hatta kendisine seslenenlere kapalı bir “sağırlaşma”ya, aynı nedenle “dilsizleşme”ye dönüştüğü de âşikar.
Mesajlarını, e-mailini ardından sosyal medyayı dolaşıp, arta kalan tüm zamanı cebindeki oyunla geçirenlere bile şaşırmıyoruz artık.
* * *
Bu hâl, fobi literatürüne bile girmiş:
Nomofobi (no mobile phobia), yani cep telefonu bağlantısını kaybetme, kapsama alanı dışında kalma, şarjın-kontörün bitmesi korkusu...
Öyle ki araştırmalar, biri çok insanın telefonu kapalıyken stres yaşadığını, yoğun bir endişeye, hatta panik atağa savrulduğunu da kayda geçiriyor.
* * *
Erich Fromm’un asistanı Rainer Funk’ın kulağını çınlatmanın tam sırası...
Funk, artık postmodern insanın hayatının “bağlantı (connection)” üzerine kurulduğunu ve bunu sağlayan teknolojilerin de toplumda yeni bir karakterin oluşumuna yol açtığını savunuyor.
Bir de, genellikle “kafa dağıtma” babından artık online oynanan oyunları katarsak hesaba...
Bütün bunları hızla, gözü kapalı kullanım becerisi, bir meleke (tekrarlama sonucunda kazanılan alışkanlık) olarak yerleşiyor hayata.
Eh, hayat ve zaman dediğin de, biliyoruz ki öyle sonsuz, bol bulamaç bir şey değil.
Oysa cepte olmayan ev telefonu bile, eskiden “marazi” bir şeydi bazı insanlar için.
* * *
Yaşlı Josef Strauss masasında çalışırken önündeki telefon çalar.
Az ötedeki karısına, kusmuk görmüş gibi bir ifadeyle telefonu gösterir:
“Şunu açar mısın?”
“Şu”nu ellemek bile istemiyordur...
* * *
Enis Batur, “Marazi bir araç üzerine sağlıklı gözlemler: Telefon” başlıklı makalesine Strauss Ailesi dizisindeki bu sahneyle başlar.
Strauss da, “pek çok ‘eski dünyalı’nın ortak tavrını göstererek” sevmiyordur telefonu...
Batur da hiç haz etmediğini anlatır telefondan...
Ve sorar, “İnsanlar da telefonlar gibi; Meşgul, arızalı, kesik... Yoksa diyorum, asıl sorun santralda mı?”
Üstelik 34 yıl önce bu makaleyi kaleme aldığında, insanı heryerde, her anında yakalayan cep telefonu henüz yoktur.
İcadından bu yana, “Açsana şu mereti” ya da tam tersi “Kapatsana artık yahu” nidaları, hatta “mesaj-twit-face” trafiğinin de etkisiyle “Bıraksana elinden şu mereti” uyarıları hayata tümden yerleşti.
Cep telefonunun “meretleşmesi”, kuşkusuz o teknolojinin kullanım biçimiyle, ona hayatın her alanında bağımlı hale gelmekle ilgili.
Belki telefonu kadar olmasa da, insan arada kendisini de şarj etmeli...
Paylaş