Paylaş
Nur (yahut ışıklar) içinde yatsın, o dillerden, o hallerden de haz etmem doğrusu.
Gerçi Serengil’in “Öztürkçe”si, yeşşee, kelaj, mangıraj, temem, cebellezi gibi “şepkesinin altından” çıkan sözcüklerden ibaretti ama...
İnanın (inan olsun) o “Öztürkçe”yi lisanına alanların sayısı, bugün pür Öz Türkçe kullananları mis-misli/mis gibi sollardı.
Gişe meselesi; İvediklerin Recep...
* * *
Haz etmem derken, sadece -yapay olarak- üretilen ve yaşayan dile yerleşemeyen bazı-bağzı kelimeleri kast etmiyorum.
Asıl derdim... Konuştuğumuz/yazdığımız dilde yıllardır yer alan artık Türkiyeleşen yabancı kökenli kelimeleri ayıklama, dilden kazıma çabası...
Anlamını derinliğine karşılayan, zenginliğiyle bize bir durumu/duyguyu anlatmak için onlarca farklı kelime seçebilme imkanı tanıyan o olimpik dil havuzunun suyunu niye boşaltalım?
* * *
Sadece mana meselesi de değil...
Dilin bir de melodisi, cümlelerin, kelimelerin (h)armonisi var.
En basitinden kelime yerine sözcük demek bile bazen lüzumlu-lüzumsuz takılır aklıma...
Niye “cük”?
Yani uluslarası “söz” de, ulus mu “sözcük”...
Yahut “söz” ağızdan çıkan kelime, “laf”ın karşılığı olduğundan ayırt etmek için mi “cük” eklemek zorunda kaldık?
“Söz”ün karşılığı olarak, Arapça, Farsça, laf, lakırtı, kelam vb. var ki, her biri her vurgu için, “cuk” oturan ayrı meramlara, maksatlara deva.
Biz, “cük” ile özetleyip, kurtarabiliyor muyuz durumu...
* * *
Nerelere geldim...
Oysa, Türk Dil Kurumu’nun hazırladığı ilk Türkçe Eczacılık Sözlüğü’ne değinecektim.
Ve, TDK’nın dili zenginleştiren, daha anlaşılır kılan, “cük” diye değil ama “cuk” diye oturan bazı Türkiyeleştirmelerini, elbette yok saymıyorum. (Edirne’den Kars’a halk diline yöneldiği örnekler)
İnsanı farklı alanlara seyahatlerinde dilsiz bırakmayan onlarca sözlük çalışmasını da..
Ve dahi, dil üzerine kuyum(cu) emeğini de... Yok saymak mümkün mü?
Haddim de, niyetim de değil.
Ama laf uzadı, araya lakırtı girdi, velhasıl kelam o mevzuya gelemedik.
Yarın devam ederim, ben de...
----------
HAMİŞ 1: Affınıza sığınarak, yazımın sadece giriş paragrafının üç cümlesinde kullandığım zaman, haz, peşin, ama, hal Arapça, peşinen, hemen kelimeleri ise Farsça kökenlidir.
Alternatif, paragraf da malum, Fransızca... Malum da Arapça... Bu böyle ilanihaye (ilanihaye “sonsuza kadar” demek ama ben artık yardırıyorum) gider...
Bu arada Hamiş’in Öz Türkçesi "çıkma"...
Ama o da sevgiliyle muhallebiciye gitmekten çıkma balkona (cumba), “Bana bi çıkma yapsana”dan çıkma canta, çavuş üzümüne kadar, nereye çıkarsan/çekersen oraya gidiyor.
Bi soyadım öz be Öz Türkçe’dir, onu da anlayan, spontane çeviren beri gelsin...
ÇIKMA 2: Yazımda zaman zaman “bir” kelimesi, taammüden “bi” olarak geçmektedir.
Bu, konuşurken değil de yazarken “r”leri söylemeyen biri olmamdan kaynaklanmıyor.
Değindiğim konuya bağlı olarak, konuşur gibi yazma, klavyeyi melodik(a) yapma hevesime verin, bi zahmet.
Misal... “Bi sabır, yahu” yerine, “bir sabır” yazsam, gerisi iki, üç, dörtle gelecek gibi bir paranoyaya kapılıyorum. Üstelik başladım mı, 100’e kadar 2’şer, 3’er saymadan duramıyorum.
HAMİŞ 3: Sayamadan duramıyorum, dedim ya. Geldik 3’e...
Yazımın başlığını emsalsiz kılan “Dilin de kemiği varmış” meselesini, ben demin öğrendim. Yok, dilimi elimle yoklamadım.
Sean Connery’yi andıran ak sakallı birisini gördüm rüyamda, “Google’a bak, go goo” dedi.
Yastığımın altındaki iPad’ı açtım; dilin kemiği işte orada:
“Alt çenenin alt arkasında bulunan ve dilin dış kaslarının tutunduğu, U şeklindeki oldukça küçük kemik (os hyoideum)”.
Bu kez yokladım, iyi, kıkır kıkırdak duruyor yerinde, yeniden rüyaya yattım.
Öyle işte...
Paylaş