Bu seçimde sandığa gitmedim, henüz “online oy” hizmete girmediği için filan değil... “Tavşan dağa küsmüş” gibilerinden, gitmedim: Bu üslupla, bu “stil”sizlikle (kedilerin bile stili var), pazarcıya bile yasaklanan “çığrı”larla oy isteyen, olmadı önüne gelene omuz atan, küfrü yarıda kesip efendilik taslayan, birbirinden nefret edip de güya aynı safa “yoldaş” yazılan, “Onun kaseti var, güzel mi güzel”lerden usulca medet uman partilerden hiçbirisine oy vermeye elim varmadı.
“Yandaş”lığım zaten yok da var olan partilere, “düşmanlığa” dayalı bir refleksle de asla oy vermem. Yetmedi mi, 30-40 yıldır “düşmanlık” üzerine “ölümüne” kurulan memleket meseleleri... “Düşman” olsaydı da, “düşmanımın düşmanı” dostum filan olamazdı! Eğer tek mahareti, bir şeye “düşman” olmaksa... Bu kadar çok “düşman” sözcüğüyle tekerlenen böylesi denklemlerdir zaten belki, dostluğu, barışı dışarıda bırakan.
Ne çok insan öldü, öldürüldü... “Sandık” hesabına değil, “sanduka”ların hesabını sormaya gidilirdi de oy vermeye. Bu konuda güven verselerdi... En son ne demeye getirdi Başbakan Tayyip Erdoğan, “Biz olsak asardık”... Bu sözle bir gıdım oy fazla aldılarsa, o oya helalliğim yok. Yetmedi mi darağaçları... Ama inanmak istiyorum ki “şiir”den içeri giren bir insan, darağacına meyletmez. İnanıyorum ki, içten-yürekten değildir. Seçim içindir. Ben böyle seçime de oy vermem.
Seçimi boykot filan da etmedim. Üç buçuk darbe görmüş bir neslin ferdi olarak, her “seçim” nimetti(r) bize, çoğunda oy’alansak da. Ama içim almadı. Çünkü oy, bir biçimde onaylamaktır. Ne’sini onaylasaydım, bu kaba-saba sürecin? Yanılmış olabilirim. Ama oy vermede yanılmak, belki de yönünü şaşıran en masum -çünkü cürmü kadar- pusula.
Bir düşüncem daha var, naçizane. AKP yarısını aldıysa oyların. “Şu kadar milyon arttı oylarımız” diyen CHP, “Meclis’te sandalyesi artan tek parti biziz” diye pansuman yapıyorsa. MHP bile, güçlü bir Meclis grubundan söz edebiliyorsa... Belki de, hakkınızdan fazlasını aldınız hepiniz.