Paylaş
Ben pek geçinemediysem de, vefamız bâkidir yarım asırlık Oralet’e...
Çocukluğumda çayhanede, kıraathanede, pastanede, hatta devlet dairelerinde çay içmek istemeyenler, sıcak sıcak Oralet’e yönelirdi.
Portakallısı makbuldü o aralar; ve bir dönemin değişmez sorusuna neden olmuştu:
“Çay mı, Oralet mi?”
“Çay lav yu” diye tutturanlar dışında, hatırı sayılır bir kalabalık Oralet içerdi.
* * *
Kullanışlıydı, o “meyve aromalı toz içecek”.
Evin bebeleri fırsatını bulursa, kaşık kaşık yerdi tatlı niyetine...
Sürahide hazırlanıp, buzdolabına konulur soğuk da içilirdi bir güzel.
İzmir Caddesi’nin aşağısındaki “Amerikan Pazarı”nda toz meyve suyunun poşetlerdeki yabancı versiyonu da vardı elbet.
Ama ya bütçeye denk düşmezdi, ya da alışveriş menziline...
Hem Oralet yarım asır önce sadece ucuzluğu değil, “Yerli malı, yurdun malı, herkes onu kullanmalı” rüzgarını da almıştı arkasına hafiften.
Sanayide çırakların milli içeceğiydi bir dönem.
Öyle ki, o yıllarda çekilen 5 dakikalık bir kısa film tarzındaki “Oralet Osman” reklamı, bugün bile fenomendir.
Behzat Ç.’nin sevilen kahramanı Hayalet bile, kız arkadaşının “Neye inandığını merak ettim sadece” çıkışını o yolla savuşturur:
“Oralet’e inanıyorum ben... İki tane Oralet olsa da içsek keşke, yani cam gibi, güzel olur...”
* * *
O nostaljik reklam ise, o yıllarda tek kanallı olan TV’de maç keyfine hazırlanan evin babasının (Oralet Osman), “İnci gelsin Oraletler” seslenişiyle başlar.
Evin ergen çocuğu “Anne, bana da soğuk Oralet..” diyerek girer araya.
Baba rolündeki Osman Alyanak da, az önce karısından -kahvede oturmuş da garsona seslenir gibi- istediği Oralet’i muaf tutarak söylenir:
“Tövbe tövbe, bari Oralet’inizi kendiniz yapın. Bu kadar kolay bir şeyi illa ananızdan istemeyin. Bir kaşık Oralet koyacaksın bir bardak suya alt tarafı, karıştırdın mı tamam...”
Eh doğrusu servisiyle, şip-şak hazırlanışıyla kolaydır Oralet.
Reklam filminde anne rolündeki Suna Pekuysal’ın “Oralet sankim hayırlı gelin” benzetmesinin aksine...
O günün lisanı, yüz yıllık deyimlerle -tabiri mazur görün- “tembel hatun-tembel gelin” işidir, ayağına alakart hizmet bekleyenler için...
* * *
O sırada kapı çalar, evlerinde televizyon olmayan, o nedenli TV’li evlere seyretmeye giden misafirler (telesafir) basar Alyanak hanesini...
Anne Pekuysal “çat kapı” sürprizini hiç dert etmez, keyfi yerindedir.
Çay-kahve yerine Oralet hazırlamak zahmetsizdir çünkü.
Popülerdir üstelik; “fast-tea”sidir zamanının...
Diğer faydalarını da evin babası özetler:
“Valla mirim şu Oralet icat olalı, çok faydasını gördüm. Eh yaş ermiş kemâle, öyle kahve filan içtin mi çarpıntı yapıyor. Çay desen, uyku muyku bırakmıyor. Oralet, tansiyon oynatmıyor, sinir yapmıyor...”
Telesafir Ali (Ali Çağaloğlu) ise methiyesini hınzırca tırmandırır:
“Ben votkama da katıyorum, mis gibi portakallı votka oluyor...”
Pekuysal da mutfakta komşusuna muhallebiden, hamur işlerine “bir kaşık Oralet”in başka mucizelerini sıralayarak, rolünün hakkını verir.
Oralet’le ilgili ev hanımı icatları, pasta jölesi, dondurarak bir tür frigo-buz elde etmekle sonsuz bir ufka meyleder zaten.
Daha ne olsun...
* * *
Reklam, Oralet’in o piyasadaki gücünü arkasına alarak, kırk yıllık çaya-kahveye de iyice dokundurur tabi.
Kim uğraşacak demliği-demiyle, köpüğü-telvesiyle...
Bir bardak suya, bir kaşık salla, tamam.
Zaten gün geldi çay niyetine içilen Oralet’in yerini, yine çay niyetine içilen çayın sallaması aldı.
Yazıma sınıf farkı, meşrubatta evrim ve devrim gibi, çok ehemmiyetli mevzularla devam edeceğim.
Paylaş