On yüz bin milyon baloncuk

“MEŞRUBAT”ın, kökündeki “meşru” kelimesiyle bir ilgisi olduğunu düşünüyorsanız, fena halde yanılıyorsunuz.

Haberin Devamı

Dışarıdaki bilumum içeceklere kapaklanan o kelime, Arapça “şurb”dan (şurup) geliyor. O kadar.

Ama gazosu-kolası, tropik meyve, hatta bisküvi aromalı sodaları, süpermarketlerde bile satılan demirhindi, kızılcık, lohusa şerbetleriyle sonsuz bir dünyanın adı.

* * *

Biz de, TV reklamlarından kışın bile serinlik, ferahlık yayan buz gibi ama “sıcacık” sinyallerine uyarak, meşrubata gerekli ilgiyi gösteriyoruz tabi.

Elimizdeki meşrubat şişesi, bize reklamdaki gibi “sarıl, zıpla, dans et, sosyalleş” dünyasının kapısını açmasa da, dert değil.

Zararları ansiklopedi doldursun, ne gam:

Aslolan hayatın gerçek tadıysa, sağlık-mağlık teferruattır!

Eh, herşeyle de iyi gidiyorsa, zararı küpüne...

* * *

Ötesi, geçen ay bir diziye dönüşen yazılarımda kapağını araladığım gazozla başlayan bu süreç, sarsılması zor bir devrimin kapısını ardına kadar açmıştı.

Haberin Devamı

O yıllarda da öyle bir tiryalikti ki, analarımızın “Oğlum içme o kadar, midende gazoz ağacı çıkacak” uyarıları, vız geldi tırıs gitti.

Sonradan gazlı içecek çeşitleriyle iyice büyüyen o dev ağaç, o gazoz ağacı (¹), hayatın hemen her alanında ihtilal yaptı.

* * *

Yakın zamana kadar geç kahvaltıda bile kola içen biri olarak söylüyorum...

Yaşamın her alanına, her saatine yerleşebilen bir elverişliliği, kullanışlılığı vardı meretin.

Sadesi-meyvelisiyle gazoz, dieti-şekerlisiyle her marka kola, küçük-orta-battal boyuyla fast-foodun vazgeçilmeziydi zaten de... Evdeki yemeğin yanında da iyi giderdi.

“İftarlık gazoz”u da unutmayalım, elbet.

Sahurda-iftarda, aile boyu katılırdı meclise...

İster düğün, ister cenaze, taziye... Kola’ydı-kolaydı ikramı.

* * *

Her “an”a, her duyguya-duruma uygun bir yönü vardı. (Bkz: Marka başarısının ilkeleri)

Alkolle gider mi desen; viski kola mı, “kanyak” kola mı, votka kola mı...

Maksat niyet.

Geçen yazımda aktardığım nostaljik reklamda amcam, Oraletli votka bile içmiyor muydu?

* * *

Alayı balon da olsa, herkese yetecek “on yüz bin milyon baloncuk”tu pek sevilen reklamındaki gibi.

O reklamdaki büyümüş de pek küçülmemiş kız çocuğu, ful-aksesuar uzandığı plaj şezlongunda bilmiş bilmiş, “Offf sıcaklayınca gazoz içiyorum” diyordu ya...

Haberin Devamı

Milletçe o âlemden geri kalmak; toplumsal ekrana saygısızlık, bugün de etkisini (yalnızlaştırmasını) sağda-solda kuvvetle hissettiren “ayrık otluğu, sürüden ayrı düşmek” olmaz mıydı?

Biz de mide fesadının, obezitenin öncülerinin peşinden gittik, güle oynaya. Tiryakisiydik gazozun, o baloncukların...

Öyle ki Calsium Sandoz çıktığında, -bulursa- portakallısını gazoz niyetine az içmemiştir bizim nesil.

O kadar darbeye dayandıysa kemikler, -ana sütü bir yana- belki de ondandır.

Yeterince aldık gazı. Yarın, mevzuyu-meşrubatı taşırıp, meselenin sosyal tabakalaşma, sınıf farkı açısından sosyolojisine gireceğim.

 

(¹) Gazoz ağacı, Sabahattin Kudret Aksal’ın kitabına da adını veren bir öyküsü. Öykünün kahramanı delikanlı (Saim), kahvenin karşısındaki evde oturan kıza aşık olur. Ve kızı görebilmek için sabah-akşam kahveye gider. Aklı-gözü hep o evde olduğu için oynadığı, gazozuna oyunları da sürekli kaybeder ve sürekli gazoz ısmarlamak zorunda kalır. Sonunda adı “gazoz ağacı”na çıkar.

 

 

Yazarın Tüm Yazıları