Paylaş
Beyin kanaması...
Aniden ölüyor kadın.
Artık yok, gitti...
* * *
Kocası, ölümün ağır travmasını -her gördüğünde- yeniden yaşatacak şeylere katlanamıyor çevresinde.
Onun tüm eşyalarını yok ediyor evden. Hepsini...
Bir tek şey dışında... O rengarenk deniz topunu, özenle saklıyor.
Çünkü sevdiği kadının “nefes”i var hala içinde...
* * *
Polisiye bir filmdi sanırım.
Sadece bu sahneleri hatırlıyorum.
Hayatın sahneleri de öyle değil mi?
İnsan çok yakınlarını yitirdiğinde, hem her şey kalıyor geriye, hem hiç bir şey...
* * *
Her şey kalıyor, çünkü; insanın elinin değdiği hemen her yerde, onun da su içtiği o bardakta, alınan-verilen gülümseyerek seçilmiş hediyelerde, kol kola dolaşılan sokaklarda, kulağa çalınan bir şarkıda, her mevsim yeniden doğan bir çiçekte, onun sevdiği renkte, kokularda, birlikte paylaşılan tatlarda...
Kelimelerde; kullandığı bir küfürde hatta.
Her şey, O’nu, onunla yaşanan anları hatırlatıyor.
* * *
Hiç bir şey kalmıyor, çünkü; fotoğraflar, "capcanlı" videolar bile, çığlığı anca zamanla kısılacak “O artık yok” anonsunu yineliyor.
Yaranın açık, kanayan zamanlarında, O’nun artık bomboş odasından hala gelen, duyulan sesler kadar bir yanılsama o fotoğraflar da...
Koridordan hala ağır-aksak geçen usul adımları gibi halüsinasyon...
Hayatın mutlu duraklarından gülümseyen o siyah-beyaz fotoğraflar... Aynı cümleyi yineliyor, sezdirmeden solarken.
Hayaller bile aynı şeyi şöylüyor:
“Artık o yok...”
* * *
Hatıralar dersen, çoğu yaşandığı gibi değil, hatırlandığı kadar kalıyor, zamanla... O kadar.
Hafızada emildikçe o eski an(ı)lar... Görüntüler flulaştıkça, hatıralar da kuytusuna çekiliyor.
Bazen birden geliyor, bastırıyor, ama artık hatırını sormuyor insanın.
Gidenin ardından, “Şükrolsun, ne güzel günlerdi onlar” tesellisinin koyu noktası da yine aynı cümleyle:
“Ama artık o yok...”
* * *
Bir tek rüyalar direniyor, gönlün asla razı gelemediği o gerçeğe.
Giden, -şanslıysan- gece rüyana geliyor.
“Ben iyiyim” diyor, en sağlıklı, en diri haliyle... Gülümsüyor.
Uyanıyorsun elbet, o sıcacık düş de yüzünü aynı suyla yıkıyor:
“O artık yok...”
* * *
Yollarda gördüğüm, bagajında/camında “Babam sağolsun” yazan otomobiller gibi geçip gidiyor.
Hüzün ve şefkat yaratıyor o iki kelime bende. "Baba-oğul" öyle bir şeydir.
Biliyorum ki, baba gittiğinde de o yazı kalır orada...
Yaşarken paylaşılmış bir miras gibi, acı acı kalacaktır.
Ama der ki, içinde oturana:
“O yok artık...”
Sonra gün gelir, delinir bir yerinden o rengarenk deniz topu.
İçindeki nefes, koca bir hayattan geriye kalan küller gibi dağılır hızla geçen zamanın poyrazında...
Bakarsın öyle ardından...
Bakarsın, içinden önce daha erken gidenlerin geçtiği, şimdi O’nun da geçtiği ve hepsini, her şeyi, yaşanan her "an"ı barındıran o Kül Sokağı’na:
"Hepsi kül. /bir bir anımsadığım şimdi /hepsi, kül olmuş./ah her yanda küller her yanda."(1)
O güzel insanların, "an"ların, anıların tümü iç içe o külde...
Kıpırdar kül rüzgarla, hatıraları getirir:
“O artık yok...”
(1) Kül - Edip Cansever
Paylaş