Eğer aşina gelmediyse bu isim, pazar günü sürmanşetimizde, pazartesi ise manşetimizdeydi haberi. Belki okumadınız, belki okudunuz da “isim” uçtu gitti; sadece “ünlü”, viptiri isimlere programlı/ayarlı belleğimizden. Misal Gece Ürsel desem, dilinizin ucunda: “Yaw şu ‘yemekteyiz-içmekteyiz’ kızı mıydı bir dönem üpünlü partneri ile restoran (ran na-ra-nan na-ra-nan) dolaşan, yoksa podyumlardan filan mı”... Neyse, o seviyeli bir arkadaşlıktı. Hem isim de mühim değil. Zaten yıllarca Çetin’di soyadı Selime’nin. Evlendi kocasının soyadını aldı. Anlamını da aldığını, kendisini ”çetin”den öte bir hayat beklediğini bilemeden... Her gün dayak yedi. Komşuları anlatıyor. (Varoşlarda incedir duvarlar) Kocası doydu dayağa... Otuz kez bıçakladı Selime’yi. (Elinizi 30 kez kaldırın-indirin, nasıl bir şey olduğunu, o “an”ın süresini bizzat yaşayın, hem zalim, hem kurban olarak. Her bıçak darbesinde Selime’yi yaşayın, ilk darbedeki sesinin belki 10-20’den sonra bir fısıltıya, sadece bir iç çekişe, “usulca bir ah”a dönüşmesini... Vahşi bir deney değil mi? Ama müstahakız)
Sonra delik-deşik Acil’e kaldırdılar Selime’yi. “Ölür, yaşamaz” dedi, bu tür “vaka”ları sık gören hemşire... Ama yaşadı Selime. Boşandı, Hasan da cezaevine girdi. Otuz bıçak darbesine, -belki 3/1 indirimden- 10 ay yattı. Çıktı, dolanmaya başladı artık eski eşinin evinin çevresinde. “Pazara kadar değil mezara kadardı” ya, evlilik de dahil tüm “müsabaka”lar...
Komşuları, “Sürekli buralardaydı, hep tehdit ediyordu” dediler. Sonra girdi eve. Çekti tabancasını... (Ekmek edinmekten daha kolay ya silah edinmek) Vurdu Selime’yi ve iki oğlunu. Sonra da sıktı kendi kafasına... (“Kafama sıkarım”, elbette)
Selime yoğun bakımda çırpındı, öldü. (Komşuları “Daha yeni iyileşmişti, bıçak yaraları” dediler) Sonra çocuklar öldü sırayla. “Hayatım Dizi” yarışmasında, TV dizisindeki kadının elbisenin rengini, elindeki yüzüğün taşını soruyorlar. Biliyoruz anında... Sahi neydi, ölen çocuklardan birisinin ismi. Selime kimdi, NEYDİ?