Hemen tüm mahalle arkadaşlarım gibi... İp cambazını, palyaçoyu şimdilerde Tusso Blokları’nın yükseldiği Emek 8. Cadde’deki -o zamanlar- boş arsada gördük. Cambaz, yerden 5 metre yüksekte “nefes kesen” gösterisinin ardından kasketini “bahşiş” için dolaştırdığında... Kalabalığa saklanmamız mümkündü o mekanda. Saklanamazsak da kasket menzilinde değildik zaten; biz mahalle veledi, o bizden “sokak” çocuğu...
Hiç unutmam, Medrano Sirki gelmişti Ankara’ya. Babalarımıza “Biz de gidebilir miyiz” desek, sırtında götürür... Bilet fiyatı bütçeye trapez geldiği için belki yakın bir tepeden omzuna çıkartıp, izletirdi de... Öyle durumlarda susardık biz. Pantomimciydi hüzünlerinde, bizim neslimiz.
Orta sondaydım, ilk sirke gittiğimde. Trapezci kızların bacakları çok güzeldi. (Zürafalarınki, sönük kalmıştı) Ve gösterileri sunan kızın, pul pul yanan kırmızı tuvaletine sığmayan göğüs dekoltesi... İlgim artık oralardaydı. Yani geç kalmıştık palyaçonun esprilerine, şempanzelerin “dişli” gülümsemelerine. Feleğin çemberinden geçmiştik. Çember alevli, biz aslan olmasak da...
Büyükşehir Belediyesi 12. kez getirdi Büyük Ankara Sirki’ni. Gidiş ücretsiz, giriş ücretsiz, dönüş ücretsiz... Kimbilir kaç çocuğun, önce rüyası, sonra gerçeği/mutluluğu, ardından anısı oldu o gösteri. Tam bir kitlesel hizmet.
Ama manşetimizdeki fotoğrafa bakın. Kurban Bayramı’nda pompalı tüfekle vurulan, kamyon damperine tek bacak asılan, boğazı zincirlerle sıkılıp hayata diz çöktürülen o hayvanlar, o “güç”, sirkin yıldızı! Kamçı, mizansen de olsa ayı pençesi, altında! Bakın fotoğrafa, ne Nazım’ın şiirindeki “ayın altında” cepheye cephane taşıyan öküzler. Ne, ayaklandığında, dikildiğinde onun “yaban”lığına ve kendi korkuna hayran kalacağın ayılar. O ayılara, sığırı-öküzü pençelemeyip de, kamçılı sahibine masaj yapmayı nasıl öğrettiler acaba.