BUGÜN manşetimize, genç, başarılı gazeteci Umut Erdem’in haberiyle tam 1071 yıllık bir ağaç diktik.
Nallıhan’dan, bir karaçam... Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 83 kardeşiyle birlikte ağacı kayıt altına aldı. Korunacak artık.
Nallıhan’da, üzerine düşen yıldırımlara, ötesi “Baltalar elimizde, uzun ip belimizde, biz gideriz ormana” diye çığıran/çağıran çocuk şarkısıyla büyüyen “insan”lara rağmen tam 1071 yılı geride bıraktı o karaçam. Benim de aklıma çok uzaklardaki bir kardeşi geldi. Büyük Sahra çölünün ortasında, Nijer’de Tenere bölgesi. Koca çölün ortasında bir akasya ağacı vardır. O akasyaya en yakın ağaç ise 400 kilometre çaplı bir dairenin dışındadır. Neredeyse Ankara ve İstanbul’u içine alan bir daire düşünün, o dairenin içindeki tek ağaç o akasyadır Büyük Sahra’da. Tek başına ayaktadır.
Yüzyıllar boyunca kervanlar orada konaklar. Göçebe tuaregler kutsal sayar o ağacı. Develer bile dallarına dokunmaz, yapraklarını yemez. Bilimadamları araştırır, çok eski, belki tarih öncesi bir ormandan kalan son ağaç olduğunu düşünürler. Üç metre boyundaki ağacın kökleri, 36 metre derine iner. Yaşam özsuyunu o sayede alır. Derinden alır, yüzeyde yaşamaya çabalar... 1973 yılında bir kamyon çarpar ve dibinden kırarak o yapayalnız ağacı öldürür. Ölü ağaç taşınarak, Nijer Ulusal Müzesi’ne konulur. Evet, müzeye... Sadece gövdesiyle değil, hikayesiyle de varolduğu için.
Bu olay iki şeyi anlatıyor bana: Günümüzde yaşadığımız çevre sorunları nedeniyle, yaşayan doğanın giderek müzelik olduğunu. İkincisi ise aslında o yalnız ağacın bambaşka bir şeyi simgelediğini. Her gün yok olan, yitirilen doğal, çevresel, kültürel değerlerle giderek yalnızlaşan insanın akıbetini... Ötesi, o ağaç gibi derinlere inemeyen insanın.