Paylaş
Ana kucağından uzağa gitmek, evdeki egemenliğini yitirmek istemiyordur torunu malum.
“Lunapark’a mı götüreyim seni, Hayvanat Bahçesi’ne mi?” diye sorar.
Torunu önce, “Evdeki saltanatının son evresinde ne koparsam kâr” gözleriyle bakar ona...
Sonra, henüz okuma-yazma bilmeyen, dünya yüküne -iyi ki- ortak olmayan gözleri ışıldar:
“Lunapark’a!..”
* * *
Oysa dedenin gönlü Hayvanat Bahçesi’ndedir.
Belki 60 yıl önce, misal Münevver Hanım ile elele güldükleri maymunların şaklabanlığını, yârine benzettiği ceylanları özlemiştir.
Belki Lunapark koşuşturmasını kaldırmayacaktır, yorgun dizleri:
“Yok, yok bu hafta Hayvanat Bahçesi’ne gidelim, Lunapark kalabalık olur şimdi”
Çocuk direnir ama, böyle durumlarda enerji değil tecrübe galip gelir tâbi.
Sonuçta dedenin projesi baskın çıkar ve giderler Hayvanat Bahçesi’ne.
* * *
Elbette eğlenir torun, zıp zıp adımlarıyla geçer tüm öğleden sonrası...
Ama eve döndüğü an döker suratını.
O keyif, o eğlence geride kalmıştır. Saltanatının son günleridir, üstelik.
Anaokuluna başlayacak mağdur çocuğun rolüne girer yeniden.
Tam ana-babanın geleceği saatlerde... İyice somurtur. Sarkıtır dudağını...
* * *
“Oğlum, çok güzeldi Hayvanat Bahçesi değil mi?” diye sorar ana-babası.
“Çok kötüydü, çok kötüydü...” karşılığını verir.
“Fillere de gittiniz mi, nasıldı filler?” diye ajite eder annesi.
Çocuk tereddütsüz yanıtlar:
“Gördüm filleri de; minnacıktı, parmağım kadardı...”
* * *
Yazıma ilham olan bu yaşanmış hikayeyi, epey yıl önce kıymetli, sevgili arkadaşım Dilek (Sabuncu Atalay) anlatmıştı.
Biraz abartmış olabilirim.
Güzellikler, hayallere imkan tanıyan şeyler bazen abartılmalıdır elbet.
Bazen güzel bir hikayenin hakkıdır abartılmak.
Bazen de anlatanın yahut dinleyenin ihtiyacıdır.
“Yalan”a (ç)evrilmedikçe, caizdir -edebi/edeb’siz mevzularda- inancıma göre.
* * *
Neyse... Bu güzelim hikaye, çocuklara, dedelere, torunlara dair dağınık ama renkli külliyatımda yer etmiş.
Çünkü çok şey anlatıyor. Zihnime-hayalime kattığı notalar var, her telden.
Memnuniyetin, mutluluğun, çocuklarda bile göründüğü kadar yüzeyde olmadığını düşündürtüyor meselâ.
Basit görünse de, aslında öyle olmadığını...
* * *
O hikayedeki çocuk büyüdü.
Bizim onun hikayesini konuştuğumuz yaşları da geçmiştir çoktan.
Dedesiyle gittiği Hayvanat Bahçesi’ndeki, o parmak kadar filler de büyümüştür.
Her şey yerli yerine oturmuştur. Olması gerektiği gibi...
Filler fil kadardır artık, karıncalar karınca kadar.
* * *
Çocukken yaptığımız resimlere perspektif gelmiştir.
Artık Uç Uç Böceği eskiden çizdiğimiz evden küçüktür, gülümseyen güneş de...
Damdaki eğri gökkuşağı, uzaklara gitmiştir.
Her şey yerli yerindedir...
Her şey olması gerektiği gibi.
Astronot olamayacağımız kesindir.
Kasabanın şerifi de...
Sıkıcı olmamız bundandır.
Tüm ihtiyarlığımız bundan...
Paylaş