ÇOCUKLUĞUMDA, ilk gençliğimde her yaz İstanbul’a Dragos’a giderdik.
Ve Erdek’te Narlı Köy’e... En özgür zamanlardı belki. Yaz tatilinin 2.5 ayı oralarda geçerdi. İki yerin de o dönemlerde sadece örümceklerinden dertliydi, ailenin kadınları. Abartısız avuç içi kadardı gövdeleri. Bazen bir yılan da görünürdü Dragos’un Mor Kayalıklar’ında. Bizim ise börtü böcek ile hiç bir derdimiz yoktu. Belki çocuk umursamazlığı. Ama asıl nedenini sonra anladım. Uzaktı, sadece yazlarıydı, filandı ama oralı olmuştuk. “Muhitimiz”di oralar. Güvendeydik oralarda, zarar gelmezdi.
Bugün gazetemizde, “Ankara’da bisikletli olmak hali” sürmanşetimize yerleşirken, düşündüm. Bisiklet tutkunları (ki bu sadece bir tutku değil, bir “vasıta”dır, ulaşım aracıdır gelişmiş ülkelerde) küçücük bir talepte bulundu. Bir çizgi Eskişehir Yolu’na... Bisikletliler için bir yol çizgisi, bölümü... Ama Büyükşehir bu küçük “şehirli” isteğe olumsuz yanıt verdi.
Gerçi olsaydı da zaten, istenilen-arzulanılan bir düzenleme olmayacaktı. Yeterli de olmayacaktı... Çünkü, şehir içinde otobana dönen yollarda yaya, bisiklet, motosiklet bir yana, otomobiller bile bazen güvende değil. Ama en azından bir farkındalık, direksiyon simidini kavradığında karakteri değişen (belki karakteri ortaya çıkan) trafik canavarları için en azından bir “dikkat” çizgisi olacaktı. Bir başlangıç olacaktı en azından... Bisikleti trafikte bir “ulaşım aracı”, bisikletliyi trafikte adamdan, “can”dan sayma hali, haletiruhiyesi yaratacaktı. Olmadı yine...
Olmaz da. Bu kentte yıllardır insanlar, basit şeyler istiyorlar. Bir karış değil, adam gibi kaldırımlarda yürüyebilmek, oraya park eden otomobillerin arasında zigzag yapmak değil dolaşabilmek istiyorlar mesala. Dakikalarca beklemeden ya da kelleyi koltuğa almadan, karşıdan karşıya geçebilmeyi arzuluyorlar. Kule gibi üstgeçitlere tırmanmadan, yaya haklarına hemzemin saygı bekliyorlar. Ama yok.
Yarım asırdır yaşıyorum bu şehirde... Muhitim mi burası, artık bilemiyorum.