Paylaş
Ahmet Özeren yarım asırdır şiir yazıyor; 31 yıldır da ilhamı gönüllü olarak bakımını üslendiği Bademli Köyü Mezarlığı’ndaki mezartaşlarından alıyor.
Bakıyor mezar taşlarına, yazıyor.
Düşündüm de, tüm yazarı-çizeriyle çoğu kez Özeren ile aynı şeyi yapıyoruz gibi geldi bana.
Bakıyoruz, her gün medyaya yansıyan haberlere, o haberlerin ardından dikilen mezartaşlarına, yazıyoruz.
Haber mi olur, köşeyazısı mı...
* * *
Özeren ölümü anlamak değil, anlatmak için yazdığını anlatıyor haberde.
Biz de öyle, çoğu zaman.
Her gün sayfalara, ekranlara yerleşen ölümü, nedenlerini “anlamak”, anlayıp da belki ölümleri azaltacak çareleri birlikte aramak yerine, sadece, öylece anlatmak için yazıyoruz çoğu kez.
Bazen anlamıyoruz, bazen anlamak yetmiyor.
Bazen de anlamadan anlatmaya çalışıyoruz bir ölümü...
Ve anlatamıyoruz, elbet.
Anlayan da olmuyor zaten.
* * *
Mezartaşları geliyor hayatımızın sayfalarına, ekranına.
Politikacılar demeçler veriyor ölümlerin ardından, kalabalıklar toplanıyor bazen, sonra dağılıyor usulca...
Gözyaşları sel oluyor, sonra kuruyor hızla.
Biz mezartaşlarına, demeçlere bakıp yazıyoruz yeniden...
Köşelere, sayfalara dikiliyor o gün için mezartaşları.
Yenisi geliyor, yeniden, biteviye hep aynı satırları yazıyoruz.
Ve çocuklar gazete kağıtlarından yaptıkları şapkaları başlarına takıp, bağıra çağıra komen oynuyorlar eski, çıkmaz bir sokakta:
“Damdan düştü bir kurbağa
titretti kuyruğunu
bunu gören jandarma
aldı götürdü onu
mezarını kazdılar
mezartaşına yazdılar:
damdan düştü bir kurbağa
titretti kuyruğunu
bunu gören jandarma
aldı götürdü onu
mezarını kazdılar
mezartaşına yazdılar.......”
Paylaş