ATATÜRK’ün Ankara’ya gelişinin yıldönümü kutlamaları, medyada her sene yer alır.
Ama dün farklı bir tartışmayla gündeme geldi. Ankara Valiliği kutlamalar kapsamında yapılan Garnizon Koşusu’na ve “Seymen Alayı Yürüyüşü”ne bu yıl vize vermedi. Valilik gerekçesini, 10 Aralık’ta kutlamalarla ilgili yayınlanan genelgeye dayandırdı: “Kutlamalarda Ankara halkının günlük yaşamında mağduriyet yaratılmaması ve genel hayatı olu msuz etkilememesi esastır. Önemli arterler ile ana caddelerde genel hayatı olumsuz etkileyebilecek yaya-motorize herhangi bir program yapılmayacaktır.” Düellodan “Düet”e Başta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere, bu karar tepki yarattı. Geleneklerin, ortak heyecanların önemli olduğunu vurgulayan Kılıçdaroğlu, “Törenleri caddelerden alıp odalara hapsetmek doğru değildir” dedi. Ve Kılıçdaroğlu’nun sözleri beni 2.5 yıl öncesine, 2008 Nisan’ına götürdü. Başkan Gökçek’in Ses TV’de yaptığı açıklamalarına: “Ben bayramların hep halkla bütünleşerek kutlanması gerektiğini savundum. Hatta en son bir kaç bayramızda devlet büyüklerimize, başta sayın cumhurbaşkanımız, başbakanımız ve genelkurmay başkanımız da vardı. Dedim ki artık biz 23 Nisan’ı, 19 Mayıs’ı, 30 Ağustos’u sokaklara taşıyalım. Hipodroma, statlara hapsetmiyelim. Ben bu coşkuyu doğrudan doğruya halkın içerisine, sokaklara, caddelere aktarmak istiyorum...” Bugüne kadar sadece “TV’de düello” çağrışımına neden olan Kılıçdaroğlu-Gökçek ikilisinin, bu konudaki görüşlerinin bir “düet”te buluşması, hoş rastlantı. Elbette iki açıklamanın “içtenlik katsayısı”, “ideolojik hareket noktası” farklı olabilir. Ama onu bir yana bırakalım. Yaya mı trafik mi Kendi görüşümü, şöyle “sokağa” çıkartabilirim: * Törenlerin duraklarda, yollarda iş-güç, mesai için koşturan kentlilerin gününü -kutlamadan ziyade- eziyete çevirdiği az görülmemiştir. Coşku, heyecan, birlik için heryerin trafiğe kapanması şart mıdır. Bence değildir. Eğer şartsa, önce az zahmetle trafiğe kapalı yaya mekanları, caddeleri yaratın, deneyelim. Öte yandan, yaya öncelikli değil, otomobil-otobüs öncelikli bir kent yarattıysanız, bu yıl karşılaştığınız sorun bir kaç yıl sonra karşılaşacaklarınız yanında hiç kalır. * Seğmenler, Efeler, Dadaşlar töresi/töreni, folklorü ile mirastır, tarihtir. O tarihi renkleri dışarıda tutarak bir kutlamanın/anmanın, hatta bayramın her yıl aynı (tıpatıp) seromonilerle yinelenmesi, heyecandan çok kanıksama da yaratabilir. (Misal, bir kaç yıldır “düşman işgalinden kurtuluş törenleri”nde, yöre sakinlerinin “Türk ve temsili düşman birlikleri” biçimindeki rol paylaşımları, bir çok örnekte “parodi”ye dönüşmüştür) * Kutlamalardan öte, başka “kalabalık”lar üzerine kafa yormanın zamanıdır. Haklarını arayan, sesini duyurmak isteyen yurttaşların eylemleri ya orantısız karşılık bulmaktadır. Ya da “dar alanda kısa paslaşmalar”a dönüştürülmektedir.
Anladığım kadarıyla, kahkaha atmak, alkışlamak, eleştirmek, yuhalamak, yıldönümü, yılbaşı kutlamak “mekansal” bir sorun olarak görülüyor. Madem öyle, bu kentin meydanları (Kızılay, Ulus, Tandoğan, Sıhhiye, Gar, Opera, İtfaiye, Zafer) tek tek yok edilirken... Biz her meydanın yok edilişine, 16 yıldır manşetlerden çığlık atarken neredeydiniz. Daha önceleri neredeydiniz?