ŞU kitlesel, kurumsal ve farklı durumsal kopya iddialarına filan bakıyorum da...
Kendi yağımızla kavrulduğumuz lise yıllarım geliyor aklıma. Ne cep telefonlu, kulaklıklı teknolojiler, ne sosyal paylaşım siteleri... En pratik ve popüler kopya yöntemi küçük “deftercik”lerdi. Ele avuca sığacak kadar bir deftercik hazırlanır. Ortası zımba ya da kat yapmasın diye “top”u kesilmiş, toplu iğneyle sabitlenir. Sonra da o deftere sınavda çıkması umulan bilgiler, özellikle formüller filan hattat ustalığıyla yazılırdı. Sınavda sıranın en sağ ucuna oturup, deftercik de kalem tutulan sağ elin ayasına ustaca gizlenirdi. (Ki dolaşan hoca hem görmesin, hem de boş boş yumruk yapılmış bir elden huylanmasın) Ve uygun anlarda sayfalardaki bilgiler sınav kağıdına aktarılırdı.
Bu metodu Zihni Sinir’leyip epey geliştirenler de vardı. Silindir şeklindeki, yuvarlak-uzun silginin içini oyup, içindeki iki paralel tele rulo kopyayı yerleştiren ve evire-çevire kopya çekenler de oldu. Ama ilk denemede kopyayı kurşun kalemle yazdığı için, çevirdikçe yazıları silinen bahtsız bedevilere de tanık olduk.
Kızların bacağına kopya yazması ya da çorabının altına kopya yerleştirme meselesi ise şuyuu vukuundan heyecanlı bir fanteziydi biraz. (Mini eteğe alışıktı bizim nesiller) Ama o da vardı tek tük. Tarih, Coğrafya gibi derslerde, hocanın manyeline ya da sezgilere dayalı önceden “hazır kağıtlar” imal edip, “ya tutarsa” diyenler de olurdu. Üç kişilik tahta sıranın altına yarım daire şeklinde karton raptiyelemek ise (hoca gelince it, gidince çek yöntemi) daha çok “formül”e, “denklem”e dayalı dersler için geçerliydi.
Kopyada da tembel olanlar ise, kucağına kitap açıp bazen sınav sessizliğinde kitabı “pat” diye yere düşürmeleri ve o sesi örtmek için öksürmeleriyle ayrılırdı diğerlerinden. Başkasının kağıdına uzanıp kopya çekenler ise, boynuna halka ekleyen Afrika yerlileri misali “uzun boyunları” ile çalışkanların yamacında yer kapardı.
Bu yazıyı, kitlesel, kurumsal, sosyal paylaşımlı kopyalardan yararlanamayan öğrencilere hizmet için kaleme almadım elbet. Masum değildik hiçbirimiz, öğrenci milletiydik sonuçta. Ama suçu-günahı çekene ait “masumane kopya” diye bir şey varsa, “Herhalde budur” diye anlattım.