“BURADA vahşi haksızlıklar karşısında kalbi paramparça olan biri yatıyor...”
Tepkisini, yüreğini acıtan zalimlikleri mezartaşına da kazıyan Jonathan Swift, tam 265 yıl önce 19 Ekim’de hayata veda etti. İrlanda’da İngiltere’nin baskıcı politikalarına karşı mücadele etmekle geçti hayatı. Taşlamalarının yanısıra siyasi broşürleriyle de ulusal kahramana dönüştü. Ama hepimiz onu “masal”ından tanıyoruz elbette... Gulliver’den. Gerçeklerle değil, masallarla büyüdük ya... Ahbaplığımız oradan. * * * “Masal” diye okuduk. Oysa Swift politik alegorisinde, yaşadığı dönemi yerden yere vuruyordu. Adaletsizliklere, haksızlıklara karşı durmaya çabalıyordu, “masal”ıyla. Gemisi batan Gulliver’in düştüğü cüceler ülkesi Lilliput’da whig’lerle tory’lerin çatışması aslında, İngiltere’de liberallerle muhafazakarlar arasındaki çekişmeyi hicvediyordu. Ve cücelerin, yani küçük insanların “gücü”yle de, Büyük Britanya’nın sömürgeciliğini, emperyal ihtirasını... Tam 284 yıl önce yazdığı masalında... * * * Cüceler ve devler ülkesine gezileri, insanın bitmek bilmeyen iç-seyahatleri, mücadelesiydi aynı zamanda. Karakter şarampollerinden, Freudian bir ivmeyle şahlanan atını dizginleyen şövalye egosuyla geçmeye çabalayan biçare insanın... Ki bir bakıyordu “cüceler ülkesi”nde dev olmuş. Öyle hissetmiş kendini. Ardından bir anda, bir başka “ülke”de/”durum”da devlerin arasında minicik kalmış. Öznel gerçekliği, çevresindeki nesnel gerçeklikle bazen şah olmuş, bazen şahbaz. Oysa ismi de, cismi de aynı Gulliver’in. * * * Cüceler, devler. Hepsi masal...