Masadaki mevsimler

Giderek daha sık duyuyorum...

Haberin Devamı

Haftaların gün gibi, ayların hafta gibi, yılların üç-dört ay gibi geçtiğinden yakınıyor, yaşını alanlar.
Düşünüyorum, mevsimler de öyle.
Trafiğin hızla aktığı caddede, mevsimi gelmeden hızla değiştirilen vitrinleri neden sonra fark etmişçesine geçip, gidiyor onlar da...

* * *

İşte yaz... Temmuz-ağustos derken geçiyor mu, yoksa geçti mi Ankara’da çoktan...
“Boşvermişim Dünyaya” şarkısının, “temmuz-ağustos-eylül /her mevsimde durma gül” nakaratı eskidendi değil mi, çok eskiden?
Öyle, ama öyle hissetmiyorum.
Mırıldanma hafızama Ajda Pekkan ile yerleşen, Nergıza Balıkhanova’nın ise bas sesiyle “çok da ipimdeydi” makamından yorumlayarak gönlüme çaldığı o şarkı bir süredir dilimde...
Hızla geçen yılların ardından el sallayıp, Balıkhanova gibi “Gittiğin yere kadar, gittir git” diyen de var alemde.

* * *

Haberin Devamı

Ama çocukken, yanıbaşımıza, kaldırıma çöküveren, apartmanın alçak duvarına ilişen o ihtiyar kadın, yüreğimiz(d)e oturuyor artık.
“Yaşlı değil de yorgunum” diyor, masamızın en ihtiyar olanı...
Biz de tembel bir iltifatla başımızı sallıyoruz.
Yalan değil ama, “dolan” bazen iyi geliyor muhabbetimize...
Rakıları bazen en gencimiz dolduruyor.
Bazen de hikayesini -dün gibi- heyecanla anlatan, “en genci” oluyor masanın.
Ve en çok, dinleyenler içiyor.

* * *

Mevsimler hızla geçiyor, değişiyor.
Bahar serinliğini hala yaza uzatırken, toprak da, çiçek de, çayır da, ağaç da, yaprak da, dal da, o dala konan serçe, kırlangıç da bizden önce, bizden iyi biliyor, bizden iyi hissediyor mevsimleri.
Ruhi Su’dan mülhem, hepimiz su başında durmuşuz sanki; suda suretimiz çıkmış hepimizin...
Önce çiçek gidecek, kaybolacak suda sureti. Sonra kırlangıç, ardından serçe... Onları gözleyen, o heyecanla bedeni kaplan kıvrımında içten içe titreyen kedi de gidecek sonra...
Sonra biz gideceğiz...
Ağaç, öldürmezlerse daha uzun yaşayacak, sonra o da gidecek. Belki toprak kalacak. Yeşiliyle doğumu, karasıyla ölümü simgeleyen toprak...
Kimbilir, sonra o da gidecek belki.
Ve o günün insanı, belki hayatı her yıl dört değil, önce üç, giderek iki mevsim yaşayacak.

* * *

Haberin Devamı

Ama henüz su başında oturuyoruz.
Masamızın en yaşlı olanı, “Biraz yorgunum ama kocamadım” diyor. En gencimiz, rakıları dolduruyor, imtiyazsız.
Kedi gelip, çimenlerden uzana uzana kılçıklara bakıyor.
Dalında serçenin bıcırdadığı çınar ağacı özel mülkün korumasında kalmış; kavşaktı, alt-üst geçitti, AVM’ydi, henüz kesememişler.
Yaşama dair bir sırrı saklıyor, büyütüyoruz sanki hep birlikte.
Balıkhanova, bu kez İngilizce versiyonuyla, “i don’t give a fuck” nakaratıyla söylüyor “Boşvermişim”i...
“Çok da ipimdeydi” diyor, en serseri görünenimiz.
“Çok şükür yaşıyoruz.
Suyun şavkı vuruyor bize, çınara, kediye, güneşe, bir de ömrümüze...”

Yazarın Tüm Yazıları