TDK’nın “eksik etek, kaşık düşmanı” gibi cinsel ayrımcı, kadını aşağılayan deyimleri sözlüklerden ayıklama girişimi, bana doğru gelmemişti.
Argo da dahil, bu toplumda kullanılan deyimlerin “bir ders gibi”, sözlüklerdeki “dilde ayrımcılık müzesi”nin raflarında kalması gerektiğini savunmuştum. Hayat o süzcükleri “dil”den, kullanımdan/dolaşımdan kaldırmadıkça, sözlükten kalkmış ne çare, diye de düşünmüştüm. TDK da daha sonra bu deyimleri sadece ilköğretim sözlüklerinden ayıkladı.
Ancak sözlüklerden kalkmasa da, tedavülden kalkması gereken bir çok atasözü var. Bunlardan birisi de, “Kol kırılır, yen içinde kalır” meselesi. Ki bu yazılı olmayan “toplumsal sözleşme”, belki yüz yıldır öncelikle “eksik eteği” hedef aldı. “Kocandır, sever de döver de” tekerlemeleriyle güçlendirildi. Dayak giyip karakola başvuran kadına, babacan komiserin ilk nasihati, “Yuvanı yıkma, barışın, erindir/erkeğindir” oldu. Bizzat anneler-babalar kendilerine sığınan kızını alıp, dayak yediği eve teslim etti.
Kol-yen meselesi, “parti içi disiplin”inin de desturu olduğu çoğu kez. Partinin yüksek çıkarı adına, tutumu-davranışı, “yediği-içtiği” ile partiye zarar verenler hakkında bile konuşmak tabu görüldü. Bu acımasız gelenek, kırılan kol çalışanı, yen de işyerini temsil ettiği durumlarda da işletildi bazen. “Patronundur, amirindir, müdüründür... İşini kaybetme, sus” denildi.
Manşetimizdeki “Ulucanlar olayı”nın noktasını yargı süreci koyacak. Kimin ne kadar haklı, ne kadar haksız olduğu aydınlanacak. Yani olayın bu yanı, başka mesele. Ben, o kolu kırık-“yen”i yırtık “atasözü”nün hukuki bir soruşturma sürecinde de karşıma çıkmasına tahammülsüzüm. Müfettişlerin soruşturması sonucunda, hakaret-şiddet iddiasıyla suçlanan Başhekim Yardımcısı’na “aylıktan kesme” cezası verilmiş. Şiddet gördüğü öne sürülen Başhemşire’ye ise “kınama” cezası; gazetecilerle konuştuğu için...