Koku ve daüssıla

GENELLİKLE pastanelerin yanından geçerken hatırlıyorum, yaşamdan kaybolan kokuları.

Uzun bir gecenin ardından dağılan tat notalarını yeniden toparlayacak, sabaha karşının damaktaki pasını silecek, çay ve puaça düetini dışarı sızdıran pastaneler tetikliyor unutulmuş koku arşivimi.

Ve sadece rüyalara dönen hayal(et)ler gibi bir anda geçiyor belleğimden o koku alayı.

* * *

Teker teker tütüyor burnumda, kokuları geçmişimin:

Sokaklarında Ihlamur Ağacı’nın, yağmur yağınca yeni biçilmişcesine yüze, buruna yelken döndüren çayırın çimenin.

Sabah usul usul porselen demlikte zamanını bekleyen "harmanlanmış" çayın.

Sobada kızartılan o ekmek gibi ekmek francalanın.

Ardından sobaya atılan (ya da üstüne koyulan) portakal kabuklarının.

Taze cevizin.

Kesilen değil bölünen domatesin.

Odun ateşinin.

Küçük, esmer yerli muzun.

Yeşil sabun, defne kokulu beyaz çarşafın.

Ve damla sakızının.

Sokakta saniyede soyulan/tuzlanan ve ikram edilen "körpe-kütür" salatalığın.

Açıkhava sinemasına sinen ayçekirdeğinin.

Dondurulmamış ve iri dilimlenmiş patates kızartmasının.

PTT’den yollanıp "acele cevap" alınamayan ve yalanan pulun yaban tadıyla bütünleşen sarı mektup zarfının.

Tabi ki gülün, nergisin ve hatta papatyanın.

Yanık pamuk şekerinin, apak karın, mangaldaki kahvenin, sürpriz bir meltemin.

... kokularını duyamıyoruz artık.

* * *

Oysa kokular mihmandarıydı hayatımızın.

Unutulmuş hafıza meydanlarımıza kestirmeden çıkarırdı bizi.

Yolunu kaybeden hafızamızın rehberiydi, bir an burnumuzda tüttüğümüzde.

Şimdi, kokularımız da artık daüssıla.
Yazarın Tüm Yazıları