İsmi bende saklı kalsın, geçenlerde bir sitede rastladım. Yakınmış üyelerinden birisi, “Yumuşatıcı kullanıyorum ama kokmuyor”. Tüm markaları denemiş, çamaşır makinesinin gözüne ölçüsüne göre koymuş Ama olmuyor... Kokmuyor! Bir başka siteden: “Yıllardan beri çamaşırlarım mis koksun diye denemediğim yöntem, kullanmadığım yumuşatıcı kalmadı. Sonuç hüsran. Kayınvalidemin çamaşırlarında haftalarca kalıyor koku, dolaplarını açınca burnuma çarpıyor.” Bir kayınvalide kıyaslamaca sendromu kokuyor satırları. İki dolap karıştırmaca... Belki de kaynananın kokusu, uzaktan hoş geliyor.
Baştan söyleyeyim. Bizim yumuşatıcımız kokuyor, en azından yıkananları giyerken. Bizim bol kokuşlu yumuşatıcının markasını bilsem söylerim, ama reklama girer. Hem kokmasa, benim de bozulurdu elbet kimyam. Patrick Süskind’ın “Koku”su, biraz da koku peşinde seri cinayet romanı değil midir?
Kimyası bozuk deterjanın kokmaması kimya bozunca, “kanlı” sonuçlar bizde de çıkıyormuş. Geçen gün çıktı haberi. Antalya’da 32 yaşındaki Engin Ş. 23 yaşındaki zevcesi Ayşe Betül Ş.’ye diklenmiş: “Çamaşırlarım hiç güzel kokmuyor...” Kokusu çıkmış münakaşalarının: Eh çamaşırlar mümkün de, evlilik “ilk günkü gibi bembeyaz” olamıyor. Engin Ş., bıçak çekmiş. (Ki bıçak da muhtemelen mis gibi bulaşık deterjanı kokmadığı gibi, bulaşık makinesinde hassas mamül kullanılmadığı için çizik çiziktir) Yıkadığı çamaşırları güzel kokutamayan Ayşe Betül Ş., çamaşırları güzel kokmadığı için dellenen eşinin elindeki bıçağı kapmış. Kocasını karnından bıçaklayarak yaralamış. (Garibandırmuhtemelen, garip-gureba hastanesinin koğuşunda çarşafı da sakız gibi değildir)
Kokusunu bilemem ama, “yumuşatıcı” kesin gerekli bu topluma. Yumuşatıcı gözüne, ölçüsünden epey fazla koyaraktan...