Paylaş
Dün değişik şeylerden hoşlanan, sevgileri, beğenileri farklı olan, farklı hayatlar süren insanların bir mahallede, bir sokakta, bir apartmanda birlikte yaşama meselesine değinmeye çalışmıştım.
Alman filozof Schopenhauer, insan ilişkilerine değinirken kirpilerin hikayesini anlatır.
Ortalığın buz kestiği bir kış günü kirpiler ısınmak için bir araya toplanırlar.
Ama sokuldukça okları birbirlerine batmaya, yaralamaya başlar.
Mecburen ayrılırlar, ayaz basınca yine mecburen toplanır, yine yaralanırlar.
Bu ayrılma sokulma hali, kirpilerin kendilerine zarar vermeden birbirlerine yaklaşabilecekleri mesafeyi bulana kadar sürer.
* * *
Kirpilerin bir mesafade /dengede buluşma hali, zorunlu bir ihtiyaçtan, bir çıkardan kaynaklanan bir örnek.
Ayrıca Schopenhaur’ın koyu kötümserliğini, -saygı duyulası- felsefi huysuzluğunu, yaşadığımız dünyanın olabilecek en kötü dünya olduğunu savunmasını da hesaba katmak gerek.
Ama kirpi mesafesi, insan ilişkileri açısından özlü çıkarımlara kapı aralıyor.
Belirli bir mesafede bir arada yaşamak için, ille de birbirini sevmek, beğenmek gerekmiyor.
Hele onaylamak, başkalarıyla aramızda benzerlikler aramak asla şart değil.
Bir uzaklaşıp bir yakınlaşmamız da doğal.
Belki Schopenhaur’ın vurguladığı gibi biteviye mutlu olmaya çabalamak yerine, mutsuz olmamayı öğrenmemiz gerekiyor.
* * *
Bazı insanları sadece bize benzedikleri için beğeniyor, onaylıyor ya da sadece bize benzemiyor diye yargılıyor, reddediyoruz.
Hatta bize benzesinler diye hayatlarına karışıyor, müdahale ediyoruz meşrebimizce...
Yattıkları kalktıkları saatleri, yediklerini içtiklerini, gelenlerini gidenlerini, kılık kıyafetlerini, okudukları gazeteyi, onların ebeveyni, hal-gidiş denetmeni gibi sorguluyor, bir punduna getirirsek de “o hallerini” değiştirmeleri için dolaylı-dolaysız müdahale ediyor, hatta otoritenin onlara baskı uygulamasını sağlıyoruz.
“Bir arada” huzurun, dinginliğin değil, gerginliğin, çatışmanın iklimini yaratıyor bu kronik karışma hevesi...
“Karışma”nın, bir başka insanın hayatına, özgürlük alanına el uzatma olduğunu düşünmüyoruz bile.
Bunun en kuvvetlisini, sistematiğini de devlet, otorite dikte ediyor her zaman.
Oysa bu bizim hayatımız, bizim stilimiz, olduğu kadarıyla bizim özgürlüğümüz.
Bu alan sürekli sarsılırsa, hayallerimize, değerlerimize, hayata nasıl tutunuruz?
Paylaş